Saturday, May 5, 2012

Neden Ordaydık?



Ömür Yılmaz - omury.cy@gmail.com


2008 yılında Kıbrıs’a döndüğümden beri 1 Mayıs yürüyüşüne ikinci kez katıldım bu yıl. Birincisi 2009 veya 2010 yılındaydı. O zamanlar, Kıbrıs’ın kuzeyinde ötekileştirme, ayrımcılık ve şiddetin her türüne karşı ortak bir ses oluşturabilecek bağımsız bir feminist hareketin gelişip güçlenebileceğine dair bir umudum vardı. Oluşacağını umduğum o sesi temsilen katılmıştım ilk 1 Mayıs’a. Aradan geçen birkaç yıl, siyasi öncelik ve kaygıların toplumun büyük çoğunluğunda olduğu gibi kendisini feminist olarak tanımlayan kitlenin içinde de ilkelerin önüne geçtiğini ve böyle bir birlikteliğin en azından bu noktada mümkün olmadığını gösterdi.
Feminizm her türlü sömürü, egemenlik ve güç ilişkisine karşı durur—erkeğin diğer cinsiyetler üzerinde, heteroseksüellerin farklı cinsel yönelimli bireyler üzerinde, yetişkinlerin çocuklar üzerinde, bir etnik grubun başka etnik gruplar üzerinde, “yerli”lerin “göçmen”ler üzerinde, sermayenin emekçiler üzerinde, insanın doğa üzerinde, bir ülkenin başka bir ülke üzerinde… Şiddetsizliği, insan haklarını, sosyal adaleti esas alır. Feminizm politiktir. Ancak politik olmak siyasi/partizan olmayı gerektirmez. Tam tersine, feminist olmak bağımsız durmayı, feminist ilkeler çerçevesinde gerektiğinde herkesi eleştirebilmeyi ve dini, dili, ırkı, cinsel kimliği, siyasi görüşü ne olursa olsun herkesin hakkını savunabilmeyi gerektirir.
Mustafa Diker’in cinayeti ve toplumun değişik kesimlerinin tepkileri, veya tepkisizlikleri, bize bu bakışın Kıbrıs’ta ne kadar eksik ve gerekli olduğunu bir kez daha gösterdi. Toplumsal Cinsiyet ve Azınlıklar Enstitüsü olarak uzun süredir bu ülkede özellikle göçmen çocukların maruz kaldığı ayrımcılık, şiddet ve ihmali değişik platformlarda dile getiriyoruz. Bu çocukların haklarını savunma mücadelemizde ne devlet kanadında ne sivil toplum tarafında destek bulabildik. Çocukların eğitim haklarını savunurken, “bunlar bizim çocuklarımız değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin sorumluluğu” diyen, kendilerinin de çocuk haklarını gözeten eğitmenler olduklarını iddia eden kamu yetkilileri tarafından Eğitim Bakanlığı’ndan kovulduk. Öğretmen sendikaları da bunu kendilerini ilgilendiren bir mesele olarak görmediler. Toplum olarak bu çocukların yaşadıkları ayrımcılık ve şiddetin ne sonuçlar doğurabileceğini, hem devlet hem toplum olarak  çocuklarımızı korumaktan aciz olduğumuzu görmek için bir çocuğun vahşice öldürülmesine seyirci kalmamız gerekti.
Ancak Mustafa Diker’in ölümü bile “Nerde yanlış yaptık? Benzer olayların tekrar yaşanmaması için nasıl önlemler almalıyız? Biz ne yapabiliriz?” demek yerine, siyasi rant malzemesi olarak kullanıldı. Hükümet hiçbir sorumluluk kabul etmez, Mustafa Diker’in babasının ülkeye girişine izin verildiği dönemde hükümette olan CTP’yi hedef gösterirken; muhalif örgütler de çocuk haklarının korunmasında kendilerine düşen sorumluluğu görmeyi reddederek bu olayı UBP hükümetine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne saldırı bahanesi olarak kullandılar. Ne ilginçtir sözde Mustafa Diker cinayeti nedeniyle “İnsan Haklarına ve Yaşama Saygı Yürüyüşü” adıyla yapılan eylemin basın bildirisinde bir kez bile “çocuk hakları”ndan bahsedilmemesi!
Durum buyken; çocukları, çocuk haklarını, toplumun ihmal ve istismarını görünür kılmak için katıldık bu yıl 1 Mayıs’a.
Bu ülkede emeği en çok sömürülenlerin, hakları her gün gasp edilen çocukları için ordaydık;
Çocuk işçiliğine ortam yaratan, göz yuman sağı, solu, hükümeti, muhalefeti protesto etmek için ordaydık;
Devlet memurları 1 Mayıs kutlarken, özel sektör çalışanları sendikalaşamadıkları için, var olan sendikaların en çok sömürülen göçmen işçilerin haklarını görmezden geldikleri için ordaydık;
Fil dişi kulelerinde oturarak güya hak savunuculuğu yapan, güya sosyal adalet mücadelesi veren sol’un, “toplumsal varoluş” kisvesi altında ırkçılığı ve sömürüyü meşrulaştırmasına sessiz kalmayacağımızı duyurmak için ordaydık…

No comments:

Post a Comment