“burası
neverland. olmayan ülke.
burda hayallerden başka hiçbirşey gerçek değil.
ve biz neverland çocuklarıyız.”
burda hayallerden başka hiçbirşey gerçek değil.
ve biz neverland çocuklarıyız.”
-
Umay Yilmaz
Ömür Yılmaz - omury.cy@gmail.com
Birçok anlamda böylesine hayali
bir ülkenin nasıl becerip de içine ettiğimize şaşırmak mı lazım, yoksa ‘başka
ne olabilirdi ki?’ mi demek lazım? Hayatımda karşılaştığım her başarısızlık ve
hayal kırıklığında neticede dönüp kendime bakmayı, ‘Ben bu yaşadığımdan
kendimle ilgili ne fark edebilirim? Nerde, neden yanlış yaptım?’ demeyi ilke
edindiğimden olsa gerek, toplumsal sorunlar mevzu bahis olduğunda da ‘Nerde,
nasıl hata yaptık?’ sorusunu soruyorum direk. Biz ne yaptık (veya yapmadık) da
bu hale geldi bu memleket, bu toplum? Adaletin, hakkın, hukukun ütopikleştiği,
her türlü hak ihlalinin, ayrımcılığın, şiddetin, ırkçılığın meşrulaştığı bir
memleket… Kendini sadece mevki, para, akıl ermez lüks tüketim ve gösteriş
üzerinden var eden hedonist bir toplum… Nasıl böyle olduk?
Sanırım başlangıç noktası, nasıl
becerip de içine ettiğimizi sorgulamak yerine, öğrenilmiş çaresizliğimize ve ‘Ne
gücümüz var(dı) ki? Rum/Türkiye/İngiltere/Amerika/AB/dünya bizi bu hale soktu’ bahanesine
olanca gücümüzle sarılmak oldu. Savaş sonrası konduğumuz ganimetler ve
Türkiye’nin bir yandan kendi ayaklarımız üzerinde durmamızı sağlayabilecek tüm
altyapıyı çökertirken bir yandan da gerçek anlamda baş kaldırmamızın önüne
geçeceğini hesapladığı (ki geçti de) “besleme” politikaları da işin tuzu biberi
oldu. Neticede ‘özgürlüğün en büyük düşmanı mutlu kölelerdir’ sözünü doğrulayan
bir toplum olduk çıktık.
Şu anda bu toplumda söz sahibi
kitlenin büyük kısmının paylaştığı çok derin ve karanlık sırlar üzerine kuruldu
bu devlet. 50 yıldır hala daha yüzleşmediğimiz “faili meçhul” cinayetler,
kayıplar, yağmalamalar, bombalamalar, provokasyonlarla dolu Kıbrıs Türk
toplumunun tarihi. Farklı dönemlerde farklı “düşman”lara karşı yürütülen
“toplumsal varoluş” hareketleri içinde toplumun önemli bir kısmı ortak olmuş
bunlara, bazen fiilen bazen sessiz kalarak, sağ da “sol” da.
Hükümet ederken de muhalefet
ederken de sürdü gitti bu ortaklık. Muhalefette aslan kesilip, ben “sol”um,
değişim için geldim diyenler, hükümette büyük bir itaat örneği gösterip
statükonun derinleşmesine el ayak oldular, güç ellerine geçmişken “beslenme”
pastasından daha çok pay almaya baktılar. Koltuk elden gidince diyebildiler
ancak “elimiz kolumuz bağlıydı.” Aynı noktaya geldik: Mutlu kölenin özgürlük
neyine?
Demokrasilerde hakkın, hukukun,
adaletin bekçiliğini yapmak gibi hayati bir görevi olan örgütlü sivil toplum da
parçası oldu bu adı konmayan ortaklığın. Kimisi siyasi partilerin sözcüsü,
icraatçısı, savunucusu oldu; kimisi aklı sıra halkın nabzını çalmaya çalışan
uluslararası kurumların, fon kuruluşlarının. “Ben hak savunucusuyum” diyenler,
“mücadelem emek sömürüsüyle” diyenler, bir yandan sözde isyan ettikleri işgal
sisteminin memurları olmaya devam ettiler, bir yandan da ganimet ve emek
sömürüsü üzerine lüks hayatlar inşa ettiler. Emeği en çok sömürülenlerin
çocuklarının eğitim, sağlık, güvende olma hakları ellerinden alınıyormuş,
onlara ne. Devletin okula gitme hakkını gasp etmediği çocuklar okula aç gelip
gidiyormuş, kışta giyecek çorapları/hırkaları yokmuş, hayatlarında doktor
görmemişler, sanatta/sporda/akademide dahi olabilecek çocuklar sokaklarda
harcanıyormuş, beş kuruş ekmek parası için çalıştırılmak üzere okula
gönderilmiyorlarmış… Onlara ne. Bunlar, bazıları çaresizlikten, bazıları içinde
yaşadıkları toplumun onlara uyguladığı ayrımcılık ve şiddet yüzünden
kendilerini suç ortamları içinde bulacak (belki mağdur, belki fail olarak),
toplum olarak risk altına soktuğumuz çocuklar. İlerde ırkçılığımızı
meşrulaştırmak, pekiştirmek için kurbanlık keçi olarak kullanacağımız çocuklar.
Hal bu iken; bu toplumun,
kemikleşmiş bu sistemden nemalanmamış, bu sisteme suç ortaklığı yapmamıs veya
“artık yeter, ben ne yapmışım!” deme noktasına gelmiş bireylerden oluşacak,
bağımsız olan ve bağımsız kalacak bir halk hareketine ihtiyacı var. Son
yıllarda umut veren birkaç girişim çıktı ortaya. Bir tanesi Özgür Kıbrıs’tı.
Bir yandan sistemin değişik kanatlarının uyguladığı önemsizleştirme, kendi
içine çekme ve yıpratma politikaları, diğer yandan özgürleşemedikçe bu
mutluluğun kalıcı olmadığının geniş kitlelere anlatılamamasıyla bu hareket
söndü. Geçtiğimiz ay bir grup bağımsız insanın çocuk ihmal ve istismarına karşı
yollara dökülmesi, geçtiğimiz günlerde bir grup sanatçı gencin öncülüğünde
bağımsız bir halk oluşumunun kimsenin hakkını ihlal etmeden, yaratıcı eylemlerle
Lefkoşa’nın halini protesto etmesi (örgütlü “sol”un tüm yıpratmaya yönelik
müdahalelerine rağmen), tabanda kaynamaya başlayan rahatsızlığın ve değişim
talebinin göstergeleriydi diye umuyorum.
Ve bir süredir twitter’de
oluşmaya başlamış olan, bugün de daha geniş kitlelere açılan “Toparlanıyoruz”
hareketi… Tam da acaba ‘Sistem gerçek de ben ve birlikte yürüyebildiğim sayılı
birkaç insan mı hayali? Boş yere havanda su mu dövüyoruz?’ diye düşünmeye
başlamışken, yeni bir umut ışığı. Sistemin değişik kanatlarından gelen telaş
sesleri de umuduma umut kattı. Hade artık, uyanalım!
No comments:
Post a Comment