Umut Ozkaleli 7.03.2013
Feminist
politikanın en önemli söylemlerinden birisidir ‘özel olan politiktir’. Çok
önemli ve sık kullanılan tüm sözler gibi çok okunmadan, tartışılmadan ,
konuşulmadan kullanılması yanlış algıları ve pratikleri getrime riski taşıdığı
için üzerinde durulması gerektiğine inanıyorum. Hatta sembolik günlerde bir
araya gelip ‘görünür’ olmakla feminizmi duyurmaya çalışan feminist grupların (gereklidir
ama yeterli değildir) sadece ve sadece ‘özel olan politiktir’ sözünden ne
anladıklarını tartışmak için de bir araya gelmeleri gereklidir kanımca. Bu
sözün ne demek olduğuyla ilgili çıkacak sentezlerin sistemi değiştirecek
eylemliliklerde gerekli olan dayanışmaları ve koalisyonları getireceğine
inanıyorum (kıbrısın kuzeyinde böyle bir eylemlilik üzerine henüz dayanışma
yoktur-olma potansiyeli geliştirilmelidir).
Kadın hakları
mücadelesinde ‘özel olanın politik’ olması söyleminin yaygınlık kazanmasının
sebebi, kadınların yaşadıkları tüm hak ihallelerinin ‘hak’ ihlali olarak
algılanmak yerine ‘özel mesele’ olarak görünmesiydi. Kadın vücut bütünlüğüne,
zihinsel-psikolojik sağlığına saldıran kocası tarafından dayak yediğinde ‘bu
aile melesidir, karı koca arasındaki meseleye karışılmaz’ denilerek kadınların
çiğnenen hakları göz ardı ediliyor. Yasa koyucular, yargıçlar, polisler, sosyal
hizmet uzmanları da bu egemen görüşle eğitildikleri ve uyguladıkları için de
sistem kendini sürekli yeniden ve yeniden oluşturuyor. Benzer bir örnek
kadınların sistematik olarak savaşlarda tecavüze uğramasıdır. 1990lı yıllarda
Bosnalı kadınlar ve Rwandada Tutsi kadınaların uğradıkları sistemik tecavüze
kadar da bu tecavüzler uluslararası kuruluşlar ve sistem tarafından ‘savaşın
yan etkileri’ olarak görülüyor ve önemsizleştiriliyordu. Bu sistemler, içerisindeki
bireylerin çabaları, karşı duruşları, kadın hikayelerini dünya kamuoyuna
taşımaları, anlatılan hikayelerle tecavüzün soykırım amacı içerdiğini ortaya
koymaları, kendi toplumlarından tecavüze uğradıkları için dışlanmalarını
anlatmaları ile değişti. Kadınlara karşı tecavüzün savaşlarda sistemik olduğu,
bir savaş stratejisi olduğu ve ‘savaş suçu’ olarak kabul edilmesi 20. Yüzyılın
sonuna dek bekledi.
Kadınlar evde
kocaları tarafından tecavüze uğradıklarında, zorla eve kapatıldıklarında, dayak
yediklerinde, iş yerinde patronları tarafından tacize uğradıklarında, hak
ettikleri pozisyonlara onlar yerine bir erkek getirildiğinde bu yaşadıkları
tecrübelerin ‘bireysel, özel, konuşulmaması gerken tabu meseleler’ değil,
bunların ataerkil sistem tarafından sistemik olarak yaratılan mağduriyetler
olduğunu, bunların aşılması için bu konuların politik meseleler olarak algılanması
gerektiğini ortaya koymak için feministler ‘özel olan politiktir’ söylemi
altında ataerkil sisteme dikkat çektiler. Bu yaklaşım çok geniş çaplı bir
yaklaşımdır, hukuku, yasaları, ekonomiyi, seçilme/atanma koşullarını ve en
önemlisi sosyal normaları ve öğretileri eleştirir. Kadından ‘namuslu’ olmasını
isteyen toplumsal kurgu, ‘dişi kuyruk
sallamazsa erkek gitmez’ telkininde bulunduğunda tecavüze uğrayan kadının ne
giydiği, gece kaçta dışarıda olduğu, flört edip etmediği sorularını mahkemede
de sorabilir. Uzun mücadelelerle bazı ülkelerde bu soruları sormanız artık
‘mağdura karşı önyargılı’ olduğunuzu ‘mağduru kendine işlenen suçtan sorumlu
tuttuğunuzu’ gösterdiği için uygulamadan çıkarılmıştır. Ama bu algının uzantısı
olarak özellikle cinsel suçlarda saldrırıya uğrayan kadınların özel hayatı
mercek altına alınır, hakkında dedikodu yapılır ve ‘namusu’ sorgulanır. Kocası
tarafından şiddet gören kadınların ‘adama ne yapmıştı acaba? Sebebi neydi
acaba? Allah bilir ne dırdırcıdır da bu olmuştur’ şeklinde yaklaşılması da
kadına karşı şiddeti önemsizleştiren, bir insan hakkı ihlalinden çıkararak
‘kişiler arası mesele ve anlaşmazlığa’ indirgeyen bir öğretinin sonucudur. Feministler
bu sorunları ataerkil sistemin kadınlara yüklediği roller, toplum içinde
kadınlara verilen alan ve tanımlanan haklar çerçevesinde ele almaktadır. Bir
kadının evde uğradığı şiddet aslında aile, toplum, eğitim sistemi, politik ve
ekonomik sistem ve yasalar çerçevesinde
kadınların toplumsal yaşamda ikincil pozisyonda tutulması ile alakalıdır. Aile
içi şiddeti sonlandırmanın yolu, aslında bütün bu sistemsel ögelerin değişmesi
mücadelesidir.
Sanırım buraya
kadar ülkemizdeki feministler de ‘özel olan politiktir’ ne demektir sorusunu üç
aşağı beş yukarı bu çerçevede açıklarlar . Ancak özel olanın politik olmasının
anlamı bu genel tanımlama ile sınırlı değildir ve önemli başka noktaları da
değerlendirme içine alınmadığı müddetçe praksis (kuramlarımızı pratiğimizle
birleştirdiğimiz o muhteşem nokta) sıkıntılı bir çıkmazda kalacak ve feminist
hareketin yapmakla yükümlü olduğu değişimleri yavaşlatacaktır.
Kadınların ya da
marjinalize edilen, azınlıkta bırakılan birey ve grupların yaşadıkları hak
ihlallerini, dışlamaları, ayrımcılıkları anlamanın yolu onların tecrübelerini
ortaya koyabilecekleri yaklaşımları benimsemektir. Kadınların ‘sesi’ sadece
kalıplaşmış sloganlar kullanmak değildir. ‘Görünmeye emek sesini yükselt’
sloganı doğru bir slogandır ama ‘ev kadınlığının’ nasıl değersizleştirildiğini
kalabalıklara anlatmakta yeterli değildir. Dahası, uygulamada pek çok dışarıda
çalışan feministin ev kadınlaryla ve ev kadını feministlerle ortaklaşmasını,
bağ kurabilmesini zorlaştıran bir slogana dönüşebilmektedir.
Görünmeyen emeğin
kendi bildiği yöntemlerini yeterince ‘politik’ bulmazsak ve ‘bu kişisel bir
mesele değil, politik bir meseledir’ dersek en başından bu emeğin kendi sesini
nasıl yükseltmesini bekleyebiliriz? Görünmeyen
emek bize bizim anladığımız yaklaşımlarla anlatmayacaktır ezilmişliğini. Kendi
tecrübelerinden hareket edecektir. Ezlimişlik meselesi anlatılırken ‘konudan
saparak’ yemek tarifi verdiğinde ‘yükselen bir ses’ olarak görecek miyiz o
sesi? Bize politik söylemlerimiz ekseninde çok da ‘doğru yada çekici’
gelmeyebilen anlatılarla karşılaştığımızda ne yapacağız? Önce biz onlara
feminist terminolojiyi ve bakış açısını öğreteceğiz onlar da seslerini mi
yükseltecek? Genellikle uygulamamız budur ama bu ‘görünmeyen emeğin’ sesi midir
yoksa bizim onlara ‘verdiğimiz’ ses midir? Erkeklerin bize ‘verdiği’ sesten ve haklardan
ne kadar farklıdır o zaman o ses?
Tecrübelere çok da
bağlamadan ya da onların saatlerce kendilerini anlatmasına izin vermeden
sıralara oturtarak ‘doğru’ politik terminolojiyi veriyoruz kadınlara. Bir
seferinde bana bir feministin ‘tamam, özel olan politiktir dedik, kişilerin kendi hayatlarından örnek vermesine
ortam yarattık, kadının biri yarım saat bizi psikolog gibi kullanarak içini
döktü, politik noktaya gelemedik, bunun
bir sitem sorunu olduğunu analatamadık, kadının hayatının detaylarında boğulduk’
dediğini hatırlıyorum mesela. Halbuki kadınları sıralara yerleştirdiğizde ve ‘doğru
terminolojiyi ve bakış açısını’ vermeye kalktığımızda ulaşabildiğimiz kadın
sayısı azalmaktadır. O yüzden ülkemizde ve feminizmi ilköğretim içinde
yapılandıramamış pek çok ülkede feminist hareket tabandan kopuk ve formal
eğitimi en az lisans düzeyinde olan kadınların ‘görünür’ oldukları bir zümre
hareketi olarak kalıyor.
‘Özel olan
politiktir’, bireylerin başına gelmiş olaylardan, yaşadıkları tecrübelerden
konuyu çıkararak sadece sistemsel bir sorun olarak konuşmanın sloganı haline
getirildiğinde aslında feminizmin epistemolojik yaklaşımından hareket etmemektedir.
Feminist epistemoloji, ‘bilgiye ulaşacağınız’ en önemli mahreçlerden birinin
insan tecrübesi oluduğuna vurgu yapar. Siz bireylerin tecrübelerini
sustururarak, ‘senin kişisel meselenin ötesinde politik ve sistemsel bir
sorunla karşı karşıyayız’ dediğinizde, ataerkil biçimde liberal ve ataerkil
biçimde sosyalist olanların bilgiye ulaşma biçimini içselleştiriyorsunuz
demektir. Yani özel olan politiktir ‘özel
bizi ilgilendirmez bunu politikleştirelim’ formatına bürünmekte, giderek özel
ya da kişisel alan olarak algılanan alanlarda yaşanan hak ihlalleri ve
ayırmcılıkları susturmanın aracı haline gelmektedir. Ataerkil söylem öylesine
güçlüdür, öylesine esnektir ki, ‘özel olan politiktir’ söylemini ‘bunu
kişiselleştirmeyelim’ söylemiyle birleştirerek yine ayrımcılık yaptığı
gruptakilerin hak ihlallerinin konuşulmadığı, ya da güçlülerin yaptığı hak
ihlallerinin üzerine gidilmeyen bir duruşu beslemektedir. Birinin kişisel meselesini saatlerce dinlememek ve bunu
politikleştirmek yaklaşımı yerine, bizlere aktarılan tecrübelerin ortaklaştığı
noktaları ya da sistemden kaynaklı uzantıları arasında bağlantıyı kurabilecek
kapasitelerimizi arttırmamız gerekmektedir. Kişilerin bizi psikologları
gibi kullanmak yerine feminist mücadelenin parçası olabilmelerinin yolu onların
hikayelerinde hayat bulan seslerini bastırmaktan geçmez. Onların seslerini
hangi etkin şekillerde hem bireyler hem toplum nezdinde ilişkilendirebileceğimizi
formüle etmemiz gerekmektedir. Bunu nasıl yapacağımızın sorumluluğu politik
olarak kendine feminist diyen kişi ve gruplardadır. ‘Ben denedim ama olmadı, o
yüzden kişisel meseleden çıkaralım’, ya da ‘ben kendimle iligli konuşamam o
yüzden kimse konuşmasın sonra herkes benden de bekler’ deme lüksümüz yoktur. Feminizmin
söylemlerine aşina olmak demek gündelik yaşamdaki tecrübelerin bağlantısını
otomoatik olarak kurabilediğimizin garantisini vermemektedir. Bu bağlantıları
kurabilmek de bir mücadele alanıdır. Hem kendi tecrübelerimiz hem de
bizimkilerden çok farklı tecrüblerin ancak kolektif olarak ortaya çıkardığı
ortaklaşmaları politikleştirebiliriz.
Tecrübelerini
aktaran bireye ‘senin kişisel meseleni çok uzun uzadıya dinlememize gerek yok,
bu sadece senin meselen değil, hepimizin meseledir, hepimiz kadınız ve eşitiz
bu noktada’ dersek bir dizi sorunlu yaklaşımı benimsemiş oluruz. En birincisi
ontolojik olarak tek bir ‘kadın’ var olduğunu düşünen ve tüm kadınları
cinsiyetleri ekseninde ‘aynı’ gören bir yanılsamaya düşeriz (essentialist yaklaşmış oluruz). Bu
yanılsama, tecrübelerine çok da önem vermeden ‘nasıl olsa hepimiz kadınız
hepimiz biliyoruz’ diyerek bireylerin kendi özgün varolma biçimlerini,
kimliklerini, ötekileştirilişlerini ve dahası kendi özgün mücadele biçimlerini
görememize engel olur. Erkeklerin ‘insan hakları’ oluşturdukları süreçlerde ‘kadın
erkek fark etmez, insan hakkından konuşunca sizi de içine alacak’ dedikleri
süreçlerde öğrendiğimiz şey evde dayak, cinsel taciz ve tecavüzle karşılaşma
oranı kadınlara göre çok daha düşük olan erkeklerin bu hak ihlallerine uzanacak
yasaları yapmadıkları ve kadınların yaşadıklarını bir hak ihlali değil ‘özel’
mesele görmesidir. Benzer şekilde, kendi tecrübelerini sırf kadın oldukları
için başka kadınlarınkiyle aynı görenler de farklı kimliklerdeki kadınların tecrübelerine
arkasını dönebilir ya da önemsizleştirip görünmez kılabilir. Örneklendirebiliriz.
Feminist duruşu olan, sesi olan kadın imajı ile toplumuda yaşarken, hepimiz
diğer kadınlar gibi kurtulma mücadelesindeyiz ve biz de diğer kadınlar gibi
cinsel tacize uğrama tehlikesiyle karşı karşıyayız. Risk noktasında durumumuz
benzeşse de ‘sesi olan ve sesi olamayan’ olarak algılanan kadınlar arasında
toplumun bizi algılaması farklı olabilir. Bize yönelik algı farklılaştığı anda tecrübe
edişlerimiz de farklılaşabilir. Ya da bizler,
feministler olarak muftelif sebeplerle tacize uğrasak da bunu
konuşamayabiliriz. Konuşamadığımız anda, konuşan ve kendini mercek altına
koyacak bir toplumun önüne çıkan kadınlarla aynı tecrübeyi yaşamadığımızı
bilmek durumundayız. Çünkü toplum önüne çıkabilmek başka bir tecrübe dalgasını
getirmiştir artık. O noktada feminist farkındalıklarımız ne durumda olursa
olsun, toplum önünde bununla mücadele eden kişinin tecrübelerinden dünya kadar
daha farkındalık yaşayacağız ve bununla barışık olmak durumundayız. ‘Ben
feminist bir kadın olarak çıkamadım, bu beni daha mı az feminist yapar’ diye de
düşünmeyeceğiz elbette. Farkındalıklarımız ve kapasitelerimiz birbirinden
farklı olabilir, tıpkı kurtulmuşluklarımızın farklı farklı noktalarda
zincirlenip farklı farklı noktalarda yeşerebileceği gibi.
Siyasi partilerin
içinde erkekler kadar, kadının kadına düşman olması, sadırması, kesmesi,
kendinin ya da kocasının siyasi gücünü kullanarak başka kadınları siyaseten
engellemesi, bir örgütün içinde bir kadının öbür kadının cinsel yaşamı ile
ilgili dedikodu yapması sanırım örgütlü feministlerin varolduğunu bildiği
gerçeklerdir. İşte tecrübelerin bastırılması ile ilgili bir başka örneği de bir
başka feministten bu eksende dinledim. Bu tip yöntemlere başvuran bir kadının
tutumuna maruz kaldığında bunu politik arenada mesele etmek isteyen, eleştirmek
isteyen kişi, kendisine ‘bu kişisel meseleleri boşver, herkes senin onunla
kavgan olarak algılayacak, sistem ve hiyerarşi sorunları ile ilgilenelim’
dendiğini anlatmıştı. Hiyerarşi sorunları ile mücadele hangi eksende verilecek
peki? İnsanlara dokunmadan, ‘bunlar yaşanıyor ve bunlar oluyor’ demeden
hiyerarşinin yarattığı yanlışları ve çarpıklıkları nasıl su yüzüne çıkaracağız?
Bu örnekleme üzerine gidilmediği için ‘kadınları birbirine rakip hale getiren’
yakalşımın ataerkil yaklaşımların önemli taktiklerinden olduğunu konuşacak bir
zeminimiz ve gereğimiz oldu mu mesela? Bunu konuşamadığımız için feministler
için çok önemli olan ‘kızkardeşlik’ olgusunu tanıştırabildik mi bu toplumda? Bu
kızkardeşlik kavramının eksikliğinin nasıl ataerkilliği içselleştiren kadınlar
yarattığını irdeleyebildik mi? Bu sorun ‘kişisel bir mesele’ olarak
çevremizdeki adamlar tarafından susturulduğu için bu kavramlarla birleştirecek
bir tecrübe olarak açığa çıkmadığı için hayır konuşulmadı, sessizleştirildi,
bastırıldı, sindirildi ve ataerkil sisteme karşı en büyük mücadele aracı olan
kadın dayanışması tarihimizin o noktasında bir gereklilik olmasına rağmen
irdelenemedi. Kadın dayanışmasının zaafiyetleri ükemizde feministlerin konuşamadığı
bir noktada, karanlıktadır. O tecrübe ifade edilseydi, bu ülkeye ve feminist
harekete bir katkı olabilirdi. Etik dışı davranan, kanunsuz davranan bireyler
bunun hesabını vermeden, konumlarını korumaya devam ettikleri sürece hangi
sistem sorununu ne boyutta düzeltebileceğiz ve ne kadar inandırıcı olacağız?
Daha kendi örgütümüz içinde etik ve yasal zemini kuramazken içinde yaşadığımız
sistemi değiştrimek konusunda kime söz verebileceğiz? Kadının kadına düşman
edilmesinin ataerkil sistemin kendini devam ettirmek için kullandığı en büyük
araç olduğunu örnekler üzerinden giderek, ama sistemsel açıklamalarla
birleştirmeden kime anlatabiliriz?
Hak ihalalinin kişisel
örenkleri sunulursa ve sistemsel soruna parmak basılırsa ancak toplum içinde
insanlara dokunabiliriz. İnsani boyuttaki dokunuş ancak değişime alan yaratır.
O yüzden Mustafa Diker öldüğünde onu ‘çocuk cinayetleri vardır ve bir an önce
son bulmalıdır’ talebinizin bir umut sembolü yaparsınız. Mustafa Diker’in adını
andığımızda ‘kişi üstünden konuşmayın bu meseleyi’ demeniz ne kadar anlamsız,
saçma ve yersizse, sistemsel sorunların uzantısı olan kişilere yapılan hak
ihlallerini bastırmanız da bir o kadar yersiz ve yanıltıcıdır. Şiddetin,
bezdirmenin, sindirmenin, susturmanın, engelin, ayrımcılığın özelde ya da
kamusal alanda var olan her biçimi politik meseledir ve örenklemeler üzerinden
konuşulmak zorundadır. Aksi halde havadan konuşmalarla değişim gereğini ortaya
koyamayız, insanları değişime ikna edemeyiz. Dahası böyle bir hak ihali
olduğunu bilemeyiz bile. İngilizcede ‘date rape’ olarak adı konulan ‘flört
tecavüzü’ hala bizim dilimizde ve kanunlarımızda yoktur. Flört ettiğiniz,
yemeğe çıktığınız birisinin sizi cinsel ilişkiye zorlaması kavramının var
olduğunu ancak bu ‘kişisel’ durum gün ışığına çıkarıldığında bilebilirsiniz.
Bunu yaşayan pek çok kadın bu tecrübelerin paylaşımının ortaya çıkardığı
sonuçla bunun sadece kendi başlarına gelen bir şanssızlık olmadığını bilebilir.
Ayrımcılık ve şiddet içeren her
tecrübeyi konuşmamız gerekmektedir. Bu tecrübeleri konuşma biçimimiz sebeplerin
sistemsel boyutunu irdelediği, hangi şekillerde ortaya çıktığına eğildiği ve
sistemsel çözüm önerilerini içerdiği
müddetçe susturulmaması ve bastırılmaması gerekmektedir.
‘Meseleyi kişiselleştirme’,
‘Bu kişisel meseleyi kamusal alana taşırsan herkes ‘karı kavgası’, ‘öfkeli
kadın’ gibi algılayacaktır o yüzden yapma’ diyenlere feministlerin aslında
gülümseyerek bu yaklaşımlarının ne anlama geldiğini anlatması gerekir. Çünkü bu
yaklaşımları genellikle güç sahibi, ataerkil konumdan nasiplenen bireyler ve
örgütler seçer. ‘Özel olan politiktir’ sözünü altını doldurarak kullanan hiçbir
feminist ‘bunu kişiselleştirmeyelim’ demez, ya da ‘herkes bizi konuyu
kişiselleştirmiş görecek, herkes bize öyle diyecek böyle diyecek’ diye endişe
duymaz. Tam tersine bize kişisel olduğu öğretisi verilen pek çok davranışın
kadın rollerimiz içerisine sıkıştırımış kalıplarla içinde yaşadığımız sistem
tarafından verildiğini bildiğimiz için güleriz, bizi kişisel olmakla
yargılamaya kalkanların farkındalığını arttırmak için çabalarız. Bizi
kişiselleşmekle suçlayanların bizim hakkımızda ne dediği kaygılarımız arasında
değildir, feministler olarak direndiğimiz birşeydir hakkımızda söylenenler.
Bize ‘evde kalmış tatminsiz kadınlar, boşanmış erkek düşmanları’ gibi
hakaretleri edenlere karşı direndiğimizden daha farklı bir direnme noktası da
olmayacaktır bu.
Özel olan politik
olduğu için, kişisel görünen her hak ihlali, her ayrımcılık, her şiddet
konuşulursa ancak eşitlikçi bir dünya gelecektir. Kişsellesştirme
diyenlere ataerkil öğretiyi içselleştirmediğimizi her seferinde direnerek ve
dayanışarak göstermek zorunda olduğumuz için konuşan herkesin tecrübelerini
kucaklamaya devam edeceğiz, bize de konuşabilmek için güç kaynağı olsunlar
diye.