Umut Özkaleli - uozkalel@gmail.com
Aylardır
düşünüyorum. Bir intihal vakasından
diğerine, sol çevrelerin bu fikir
hırsızlığı meselesine kayıtsızlığı ve sessizliği düşündürüyor beni. Belki, anlamlandırırsak ve irdelersek,
kökündeki sebepleri bulursak yüzleşiriz ve ayna tutarız kendimize. Kim bilir zor da olsa bu
yüzleşmeyle tutumumuzu değiştiririz ve hırsızlığa olur veren bir insan grubu olmaktan çıkarız.
İntihal, bir kişinin başka bir kişi ya da kişilerin ürettiği fikirleri kaynak göstermeden
kendine ait fikirlermiş gibi kullanmasıdır. Yazılı
metinde yapıldığında özgün bir fikrin içeriğini kullanmak ya da direk olarak
bir başkasının yazdığı cümleleri ve paragrafları kelime
kelime alıp kullanmak şeklinde yapılabilir. Yasal olarak
tanımlanmış bir suçtur.
İntihal, en basit ifadesi ile
entellektüel hırsızlıktır. Birisinin çantasını açıp içinden parasını çalmakla
entellektüel olarak birisinin aidiyetinde olan fikirlerini çalmak aynı şekilde hırsızlıktır. Bana göre
hırsızlıktan da öte tecavüzdür. Çünkü aslında bir insanın beynine zorla girip
aidiyetini ve bütünlüğünü işgal ve ihlal etmektir.
Dergilerin,
gazetelerin yayınladıkları yazıları titizlikle gözden geçirmesi, çalıntı
yazıların mümkün olduğunca temizlenmesi
sorumluluklarıdır. Ancak her zaman bu tip çalıntı yazılar basım aşamasında fark edilememektedir.
Bundan yayın organlarının sorumlu olmamasının yolu, tespit edilmiş intihal olaylarını bir an önce deşifre etmek, yayın organının bu tip
etik dışı ve mülkiyet haklarını ihlal eden
davranışları kınadığını açıklamak, gerçek yazarların
ve kamunun bilgilenmesini sağlamak,
bunu yaptığı tespit edilen kişilere bir daha sayfalarını açmamak
ve en başından intihalle ilgili
prensiplerini yazarlarına açık bir dille ifade etmektir. Bunu yapmadıkları
taktirde kendileri de intihalin iştirakçileri ve kabul edenleri haline gelmektedir.
Ülkemizde
artık sıklıkla rastlanan intihal olaylarında algımız genellikle “yapan kimdir?”
“‘bizden’ midir?” “arkadaşımız mıdır?” gibi sorular
eksenindedir. Politik olarak karşımızda duran birisi, “bize” ait olmayan bir gazetede ya da
dergide yazsa aylarca söyleyeceğimiz,
tüm saygınlığını yok etmek için kullanacak bir
malzeme olarak göreceğimiz bu durum, “bizden” biri
yaparsa hiç duymamazlıktan geldiğimiz, yakalansa bile kişinin herhangi bir bedel ödemediği, saygı ve güven kaybına uğramadığı sıradan bir olaya dönüştürülmekte, kamuya bir zararı olduğu hiç düşünülmemektedir. Birisinin yazısını
paragraf paragraf kesmek, kendi dökümanımıza yapıştırmak “yanlışlık” olabilecek bir durum değildir.
Bilinmesi
ve üzerinde durulması gereken en önemli noktalardan biri, bu konunun ‘bireyler
arasında uyuşmazlık ve anlaşmazlık’ meselesi olmadığı, yapana göre fena bir iş olup olmadığı yaklaşımından hareket etmenin toplum
olarak da saygınlığımızı zedelediğidir. Söz konusu olan ilişkiler ve arkadaşlıklar değildir. Başkasının maaşını çaldığını bildiğiniz birini arkadaşınız diye korur musunuz? Başkasına tecavüz eden birini arkadaşınız diye gerekli mercilere
bildirmez misiniz? Bildirmezseniz siz de bunun parçası olmaz mısınız? Bu konu
kamusal bir konudur ve haklarla alakalıdır. Kamusal alanda masum başkalarının hakkı çiğnenmiştir ve bu, yazıların çıktığı künyelerin altına adını
atanların kurdukları alan kullanılarak yapılmaktadır. Aslında künye
sahiplerinin de, eğer kendileri intihali sorun
görüyorlarsa, güveni ve hakları çiğnenmektedir. Ancak görülen odur ki, kendi bünyesinde
intihal yapanlara “sahte” ve samimiyetsiz özürler yazdıran ve neredeyse durumu
deşifre etmek zorunda kalmaktan ötürü
intihalciye özrü bir borç bilen yayın kurullarına baktığımda bu tutumun intihalin ‘meşru olabileceği haller’ olduğu düşüncesinin var olabileceği ihtimalini gündeme getirmektedir. Sanırım bu meşrulaştırma algısından ötürü intihale kayıtsız ve kaygısız
kalınabilmektedir.
Bizler
bilim insanıysak, sanatçıysak, edebiyatçıysak, fikir üretiyorsak, o fikrin
üretilme noktasının nasıl sancılı ve zor olduğunu biliyoruz demektir. Tam da o sebepten üretilen
fikirlerin çalınmasının ne vahim, ne büyük hak ihlali olduğunu biliyoruz demektir ve ona
sessiz kalmamamız gerekmektedir. Sessiz kalmanın ötesinde bu konunun peşine düşmek, bunun yasal zeminini
hazırlayıp cezai yaptırım istemek ve intihalcilere yazım kapısını kapatmak
sorumluluğumuzdur ve bu alanda yapabileceğimiz en büyük aktivizimdir.
Bizler
ne de olsa bireyin haklarının toplumsal haklarla derin ilintisinin ayırdında
solcularız. İşte tam o sebepten beden ve beyin
mülküyetinin mersedesler ve havuzlu villalardan çok daha önemli bir mülkiyeti
ifade ettiğinin ayırdında hareket etmek
zorundayız. Komşumuzun villasına giren hırsızı
polise ihbar ettiğimiz gibi yayın organlarımızın
içinde de hırsızlara karşı adımlar atmak durumundayız. Bu
bilinç bizi ne kadar seversek sevelim çevremizdeki bireylerin kamusal alanda
yaptığı hak ihlallerine susmamak, sessiz
kalmamak, onay vermemek, ne kadar zor olursa olsun göz ardı etmemek noktasına
götürmelidir. Ama Kıbrıslı Türklerin içinde kendi kendinden “entellektüel ve
aydın” diye bahseden insanların intihalle ilgili kaygısızlığı bu zorunluluklarla kendilerini
yükümlü görmediklerini de ortaya sermektedir. Bu kaygı verici kayıtsızlığın nedenini sorgulamak
gerekmektedir.
Etik
derslerinin eksikliği çok önemli bir sebep gibi
duruyor ilk aşamada. Etikle ilgili düşünmeye sevk edilen her insan
“güçlüden mi haklından mı” yana olmanın klişeleşmiş bir sözün ötesinde karşılaştığımız kavramlara nepotizim, bencil, kendicil ve çıkar
eksenli yaklaşmanın kabul edilmezliğini görmeye başlar. Davranışı kimin yaptığına göre değerlendirmek değil, davranışın kendisinin prensipte etik dışı olup olmadığı ile karar vermemiz gerektiği konusunda bize yol gösterir.
Ancak
toplumsal hayata bakmak için şekillendirilmiş beynim kaçınılmaz olarak beni
savaş, ganimet ve maduriyet
politikaları ekseninde kendi yetisi olmadığına kendini inandırmış kolektifimize döndürüyor. İntihalciliğin
ve bunun kurumsal ve sistemik olarak sessizce meşrulaştırılmasının solun eleştirir gibi yaptığı ama derin bir şekilde içselleştirdiği ganimet ve Rum bireylerin
mallarına konmayla yüzleşememesi ile de derin ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Rum insanlara ait
malları babamızın-anamızın malı gibi kullanırken, o malları satmamız sayesinde
memur maaşıyla havuzlu villa sahibi
olabilirken yüzümüz kızarmadı hiç. Kapitalizme çok karşı olduğunu söyleyen solcularımız, ben
“sosyalistim” diye ağzını dolduran insanlar bile mülk
sahibi olurken Rum bireylerin özel mülklerine ve mülkiyet haklarına
aldırmadılar. Türkiye ve Denktaş
politikaları dediler adına, o yanlış politikaları kendi inanmadıkları sağın yerleştirdiğini tespit etmenin rahatlığı içinde bu sisteme ne denli
entegre olduklarını sorgulamadılar bile. Sorgulayanların önemli bir kısmı da
incelerseniz bu sistemden istese de pay alamamış olanlardır. Yani bilinçli şekilde yağmacılık
üzerinden bireylerin hakkını gasp etmeyen çok fazla da insan bulamayız bu
ülkede. Bulabilseydik bunca mersedes ve BMW olur muydu etrafımızda? Ya da bunca
havuzlu villa? Solcular varoluş
mitingleri ilk başladığında külüstür arabacıklarla başlayıp, başkaldırıyı iktidara döndürüp o
iktidarın sonunda da aile fertlerine cipler alarak bitirebilirler miydi
iktidarlarını?
Herkes
bu ganimet kültüründen konuşur
da solcular bu ganimet kültüründen kendileri nasıl içselleştirilmiş bir sessizleşme geliştirdiklerini, kendi kendini
entellektüel ve aydın ilan ederken nasıl beğenmedikleri, horladıkları ve kendilerinden aşağıda gördükleri Türkiye’deki yazarlardan, master öğrencilerinden çalınan fikirleri
mesele etmediklerini pek görmezler. Türkiyeli biri Kıbrıslı birinin fikirlerini
çalarsa ama seyreyleyeceğiz gümbürtüyü! Mağduriyet politikaları “bizim”
tarafımızdan yapılan fikir hırsızlığını bile meşrulaştırır boyuttadır. Bu meşrulaştırmanın solun içine sirayet ettiğinin ortaya çıkması sessizlikle
bastırmaya çalışılır.
Başkasının fikirlerini çalanlar
dünyanın her yerinde vardır. Biz tek değiliz. Ama çalma işi ortaya çıktıktan sonra hala toplum içinde aynı yerlerde
yazabilen, aynı çevrelerde iş
bulabilen, aynı çevrelerde kabul görebilen intihalcilerin olduğu toplumlardan biri olma özelliğimiz işleri biraz daha vahim hale
getiriyor bizim için. Başka memleketlerde siyasetçi
görevinden istifa eder, akademik ünvanı varsa ünvanını kaybeder ve o alanlarda
artık çok fazla bir etkinlik gösteremez. Bizde ise kendi ganimetçi ve gasp
etmek hakkını mağduriyet politikaları içinde geliştiren solcu ise, yapan kendiyse
herkesten çok şaşıran, intihalin yazısında “yapılmış” olduğunu kabul eden bir haldedir. Sanki
intihal uzaydan inerek sayfalarımıza karışmıştır, bizim dahlimiz yoktur bu işle, tıpkı Rum bireylerin malını
mülkünü bizim için gasp eden sağ
politikacılar gibi. Dahası intihal için özür dilenirken alnın açık, gönlün
ferah olduğunu söyleyenlerin özrü kafi
geliyor bize, hatta bu açıklamaları intihali önemseyen insanların baskısıyla
yapmak zorunda kaldığımız için intihalcilerden özür de
dileyebiliyoruz. Tıpkı Rum mallarını sata sata edindiğimiz para, zenginlik, ev ve
arabları kullanırken birleşik
Kıbrıs ideali için hayatımızı harcadığımıza kendimizi ve başkalarını inandırıken yaptığımız gibi.
Bizim
toplum olarak yüzleşmemiz gerken çok şey var. İntihali dert etmek de o yüzleşmelerin sadece bir parçasıdır. “İntihal yaparım ama ben fikri
üretmenin ilkelerine hep uyarım, alnım da ak” diyenlere ve onların bu sözünü
taraflılık adına, “bizden kötü birşey çıkmaz, biz çok iyiyiz, iyi niyetliyiz, o yüzden
susmamız da toleransımızın işaretidir
bu yüzden yayınlamaya devam ettiğimizde alnımız ak” diyenlere de alternatif üretecek olan,
bu çarpıklığı gören ve dur diyecek olan
herkesin çığlık çığlığa bağırması gereken birşey var bu ülkede “nerede bu alın
ak, olsa olsa bu toplumun itici gücü aydınlar ve entellektüller olarak ar
damarları çatlak”.
No comments:
Post a Comment