Toparlanıyoruz hareketi geçenlerde yayınladığı “Seçmene Yol Haritası”nda “Ülkeye yararlı aday varsa
mühür vurmayın, karma oy verin!
Ülkeye yararlı hiç aday yoksa sandığa gitmeyin, denize gidin!” mesajını verdi.
Hem karma oy çağrısı hem de ‘oyunuzu hak eden aday yoksa, oy vermeyin, denize
gidin’ önerisi partili çevrelerden büyük tepki aldı. Bu sistemin kökleşmesinde
her biri ayrı ayrı rol oynamış olan partiler, halkın partiler üstü bir irade
ortaya koymasını, ‘tik’lerin parti hiyerarşilerinin belirlediği aday listelerine
meydan okumasını bir tehlike olarak görüyorlar. “Karma kullanırsanız oyunuzun
değeri düşer,” “oy kullanmak vatandaşlık görevidir,” “karma oy patronaj sistemini
güçlendirir” gibi söylemlerle de aslında halka verilen satırarası mesaj “sizin
aklınız kesmez, bize bir mühür vurun yeter, bir sonraki seçime kadar da bişey
sormayın”dır. Bugüne kadar hangi parti iktidara geldiğinde programına sadık
kalmıştır ki “bireylere değil, parti programlarına oy verin” diyebiliyorlar? Geçtiğimiz
yıldan itibaren bazı partilerin yaptıkları anayasa reformu çalışmalarının da
(bkz. Anayasa İnsiyatifi) daha demokratik bir sistem için (!) karma oy kullanma hakkının kaldırılmasını
önerildiğini de hatırlatalım. Bundan sonra sandığa gitmeme hakkının da
kaldırılmasına yönelik girişimler yapılırsa şaşırmayalım, hazırlıklı olalım. Peki
ne yapmalı? Biraz bilimsel ve matematiksel bakmaya çalışalım.
Anthony Downs’un 1957’de yayınlanan “Demokrasinin
Ekonomik Teorisi” kitabında ortaya koyduğu bazı önemli bulgulardan beri (“oy
verme paradoksu”), siyaset bilimciler oy kullanmanın hangi durumlarda rasyonel
olduğunu araştırmaya ve tartışmaya devam ediyorlor. Çok doğal ve rasyonel
olarak, bireyler “oy vermem bana/topluma ne kazandıracak?” sorusunu sorarak
karar veriyorlar oy kullanıp kullanmamaya. Riker ve Ordeshook’un 1968’te ortaya
koyduğu bir denklem üzerinden incelemeye çalışalım. Oy vermenin bize/topluma
getireceğini umduğumuz faydaya F diyelim:
F = p * K + B – M
K, bizim oy verdiğimiz adayların/partinin
kazanması durumunda ortaya çıkacağını düşündüğümüz sonuca bizim biçtiğimiz değeri simgeliyor. B, bize sadece oy kullanmış olmaktan (adayın/partinin kaybedip
kazanması fark etmez) gelecek faydayı temsil ediyor; bu oy hakkını kullanmanın
bize vereceği psikolojik rahatlığa verdiğimiz veya sandıkta kimin oy vermeye
geldiğini takip edenler varsa onlardan gelecek olumlu yaptırımlara biçtiğimiz
değer olabilir. M, oy kullanmanın
sebep olduğu maliyeti temsil eder; bilinçli bir seçmen olabilmek için harcadığımız
zaman (adayları/partileri tanımak için), seçmen olarak kaydolmak için veya oy
vermek için harcadığımız kaynaklar (para, zaman, vb.) ve adayları tanımak/kaydolmak/oy
vermek için harcadığımız zamanda aslında yapabileceğimiz alternatif şeylere
(çocuğumuzla vakit geçirme, denize gitme, çalışıp para kazanma, vb.)
atfettiğimiz değerdir. p ise, bizim
vereceğimiz oyun o aday(lar)ın/partinin seçilmesinde kritik bir rol oynaması
olasılığıdır, yani o aday(lar)ın veya partinin seçilip seçilmemesinin 1 oya mal
olması ve bunun da bizim oyumuz olacağı olasılığıdır.
p’yi, yani bizim 1 oyumuzun
belirleyici olabileceği olasılığını, 10 milyonda 1 gibi gibi hesaplamış
Amerikan akademisyenler. Bu tabii ki bizim gibi küçük toplumlarda biraz daha
büyük bir oran olacaktır, ama yine de oy vermeye giderken bize bir yıldırımın
veya arabanın çarpmasıyla yakın bir olasılık olduğunu söyleyebiliriz. Z’nin, yani oy vermenin bize yarattığı
maliyetin, yine birçok diğer ülkeyle karşılaştırıldığında bizim için daha düşük
olduğu kesin. Genelde oy vermek için gittiğimiz mekanlar evlerimize çok uzak
değildir, çok uzun saatler sandıkta sıra beklememiz gerekmez, vb. Oysa Amerika
gibi seçimlerin haftaiçi yapıldığı
ve çok kalabalık sandıklarda saatlerce sıra beklenmesi gereken bir yerde özellikle
emekçi olan insanların oy kullanma maliyeti oldukça yüksek olur; seçmen olarak
kaydolmanın zaman ve para (örn. taşıma, işten feragat edilecek zaman gibi) gerektirdiği yerlerde de bu maliyet
yükselir.
KKTC özelinde genel olarak denklemimize bakacak olursak,
p’nin çok düşük olduğunu (yani
aslında birey olarak seçimleri etkileme olasılığımız pek yüksek değil) ama
diğer yandan oy kullanma maliyetinin (M)
de çok yüksek olmadığını söyleyebiliriz (özellikle şimdi sosyal medya ve bu
konuda emek veren sivil toplum aktivistlerinin de katkılarıyla adaylar ve
partiler hakkında güvenilir bilgi edinmenin yüksek maliyetli olmadığını
varsayarsak). Geriye kalıyor sırf oy kullanmış olmaktan dolayı
hissedeceğimiz/elde edeceğimiz bireysel fayda (B) ve bizim desteklediğimiz aday(lar)ın/partinin kazanmasının
yaratacağını umduğumuz fayda/değer (K).
Sırf oy hakkını kullanmış olmaya
herkesin ne kadar bir psikolojik/duygusal değer biçeceği tabi ki bireysel bir
soru. Siyasi partiler bunu bir vatandaşlık görevi
olarak yansıtarak bireyleri sandığa gitmeye teşvik etmeye çalışıyorlar. Ancak bu
bir görev değildir, haktır. Eğer adaylar
veya partiler size iktidara veya meclise geldiklerinde ne yapacaklarıyla ilgili
bir güven verememişse, oy kullannmak kadar sandığa gitmemek veya gidip de
oyunuzu yakmak da bir hak ve irade göstergesidir.
Gelelim K’ye,
bizim oy verdiğimiz aday(lar)ın/partinin kazanması durumunda yaratmasını
beklediğimiz değişime biçtiğimiz değer. Eğer sadece Kıbrıs Sorunu üzerinden oy
veriyorsak, bu değeri rasyonel seçmenler olarak çok düşük tutmamız lazım. Çünkü
bizim arzuladığınız çözümü destekleyecek aday(lar)/parti seçilse bile, bu
aday(lar)ın/partinin o çözümü tek başına gerçekleştirmesi mümkün değildir. Kıbrıs’ın
güneyinde yaşayan toplum ne diyecek? Uluslararası aktörler ne diyecek? Türkiye
hükümeti ne hükmedecek? Kısacası, bireyler sırf Kıbrıs sorunu üzerinde oy
veriyorlarsa (ki özellikle “sol” partiler hep bunun üzerine oynadılar
yıllardır), düşünebilen seçmenin verdiği oydan beklediği kazancın (K’nin) çok yüksek olmaması lazım; zira
umdukları kazanç sadece oy verdikleri aday(lar)a/partiye değil, kendi etkileri
ve kontrolleri dışında olan başka atkrölere bağlı olacaktır. Nitekim 2004 ve
sonrasında bunu yaşadık. Bir diğer deyişle, siyasi partiler seçmenleri sandığa
gitmeye teşvik etmek istiyorsa, bunun yolu “görevinizdir, gitmelisiniz!” demek
değil, yerine getirebilecekleri sözler vermek ve verdikleri sözlerin
güvenilebilir olduğunu halka ispatlamaktır. Tabii ki Kıbrıs sorunu gibi kendi
etki alanlarının dışında tutamayacakları sözler vermenin alternatifi “ben sana
iş/makam/mal/para vesaire vereceğim” gibi bireysel haksız kazanç sözleri vermek
de olmamalı. Bunun önüne geçmenin de tek yolu iktidara kim gelirse gelsin
yolsuzlukla haksız kazanç dağıtmalarına engel olacak yasal altyapı, denetleme
ve cezalandırma mekanizmalarının oluşturulmasıdır.
Eğer seçmen olarak bu seçimlerden arzu ettiğimiz
sistemsel bir değişimse, yani “ben yaptım olur” zihniyetinin işlemediği,
yolsuzluğun tespit edilip cezalandırıldığı, siyasetçilerin halka zarar veren
bireysel menfaatler üzerinden siyaset yapamadığı, kimsenin siyasi
kimliği/dini/dili/kökeni/cinsiyeti/cinsel yönelimi/sosyo-ekonimik durumu ve
engelliliği gibi farklılıklardan dolayı ayrımcılık yaşamasına izin vermeyen bir
sistemse, bunu gerçekleştirme irade ve dirayeti olan aday(lar)a/partiye oy
vermeliyiz. Bugüne kadar meclise girip çıkan siyasi partilerin hiçbirinin böyle
bir irade ve dirayet göstermediğini söyleyebiliriz (ne muhalefette ne
iktidardayken). Bu yüzden, böyle bir sistemsel değişim umuduyla oy kullanacak
olanlar için en azından parti mühürü vurmanın rasyonel olmadığı kanaatindeyim. Kendi partisine rağmen böyle bir sistemin
mücadelesini vereceğine dair güveninizi kazanmış adaylar varsa, o zaman sandığa
gidip karma oy kullanmak rasyonel olabilir.
“Karma oy kullanırsanız, oyunuzun değeri düşer”
söyleminin de tamamen yanlış ve halkı yanıltmaya, partilerin ve parti
hiyerarşilerinin siyaset ve politika üzerinde kurmuş oldukları hegemonyayı
korumaya yönelik olduğunu hatırlatalım. Diyelim ki 10 milletvekili çıkaracak
bir bölgede oy kullanıyorsunuz. Herkes elinde 10 kartla sandığa girer gibi bir
benzetme yapabiliriz. Mühür vurarak bu 10 kartın tümünü tek bir siyasi partiye
yatırabilirsiniz. Karma oy kullandığınızda kartlarınız azalmaz; yine 10
kartınız vardır, güvendiğiniz adaylara “tik” atarak bu 10 kartı partiler ve
bağımsızlar arasında dilediğiniz gibi bölebilirsiniz. Seçim sizin… Halkın
önemli bir kesimi karma oy hakkını kullanacağı mesajını verebilirse, siyasi
partilerin de aday listelerine güvenilir, yetkin kişileri yerleştirmekten başka
çaresi kalmayacaktır bu oylardan faydalanabilmek için.
Ömür Yılmaz
12 Haziran 2013