Thursday, June 14, 2012

KIBRIS'TA ETİK ÜZERİNE 
                                                                                               Umut Ozkaleli uozkalel@gmail.com
Çocuk hakları, kadın hakları, tutuklu hakları gibi spesifik noktalardan bakmamız ve farklı grupların hakları üzerinden politika yapmamız yeterli olmuyor. Her konuda karşımıza çıkan bir yeni sorun, ele alma noktamızı değiştirmemiz gerektiğine işaret ediyor. Ortaya çıkan en büyük sorun toplumsal yapımızın içinde bireylerin kendilerini ve toplumsal örgüyü etik prensipler çerçevesinden değerlendirmemesidir.

Felsefe tartışmayan ve etik olmak konusunu irdelemeyen bir toplumun genel yapısının içinde, politikacıdan entellektüele, marksisten ülkücüye herkes kendi duruşu ve ideolojisi ekseninde etik olarak sorgulanacak yaklaşımlar izleyebilmektedir. Burada etikten kastımın bir grup ya da örgütlenme tarafından belirlenmiş sıkı ahlakçı ve tek doğrucu zihniyetleri ifade etmediğimi belirtmem gerekiyor. Tam da tersi bir noktadan bizde varolan örgütlü yapıların sıkı bir ahlakçılık noktasından hareket etmesini eleştirmekteyim. Bu ahlakçılık yozlaşmayı, çarpıklaşmayı ve atanmış ya da süreç içerisinde ortaya çıkan liderleri içine almayan, bu tanımlanmış liderleri kasamayan ve onları bu sıkı ahlak noktasında sorgulatmayacak  kadar ulvileştiren bir yapı yaratmaktadır. Gerek örgütlü yapıların içinde, gerek bireysel düzeyde alanın ‘bilirkişisi’ olma noktasında, bireylerin kendilerini de içine alan bir yaklaşımla etik olmak konusunda hareket etmemesi sorunlarımızın en temel başlangıç noktasıdır. Kendini ‘bilirkişi’ ilan eden, her türlü prensibi çiğnemesinin hak olduğunu düşünmeye başlıyor.

Muhalif partilerimizin yöneticileri kendileri muhalefetteyken yolsuzlukları, bireysel çıkar ve kazanımların politikayı yönlendirdiğini konuşurken, kendileri iktidar olduklarında aynı noktadan hareket etmeleri bu etik eksikliğin örneğidir. Sendikal hareketlerin bir kısmının demokratik ifade özgürlüğünün olmadığından, devlet baskısından yakınırken, kendilerine yapılan eleştirileri duyarkenden kendi alanlarında konuşulma özgürlüğünü engellemeye çalışmaları, algılarını kapamaları ve eleştirileri bastırmaları da buna örnektir. Siyasi partilerin içindeki insanların yönetimlerindeki yanlışlıkları görmesine rağmen ‘kol kırılır yen içinde kalır’ yaklaşımlarıyla yolsuzluklara cesurca bir politik duruş sergilenmemesine sessiz kalmaları da buna örnektir. Savcılık ve avukatlık yapmış, demokratik hukuk devleti ilkesinden yaşamını kazanmış bireylerin topluma ‘biz çocuk katillerini savunmayız’ diye hukukun en temel ilkelerini bile çiğnemeyi telkin etmesi de etik bir boşluğun örneğidir. Tutuklu hakları üzerinde konuşan, insan hakları savunucusu bir sürü hukukçunun arasından bir tanesinin bile topluma ‘demokratik bir hukuk devletinde çocuk katillerinin bile savunulmaya hakkı vardır’ demesi ama fiiliyatta bu adımı atacak bir konuma kendini koymamasında da bu etik boşluk kendini ortaya çıkarmaktadır.
Toplumun öncü gücü olarak kendini kendi tanımıyla entellektüel ve aydın görenlerin intihal (başkasının fikrini çalarak kendine ait gibi kullanmak) yapması ya da yapanlarla derdi olmaması da bu etik sorunun bir parçasıdır. Kendine çocuk hakkı savunucusu deyip çocukların kendi görünürlüğüne hizmet etmesi ihtirasıyla gazetelere götürenlerin, resimlerini çekip deşifre edenlerin de aynı etik sorunu vardır. Olmadıkları uzmanlıklara sahip olduklarını söyleyen, sahip olmadıkları diplomaları varmış gibi gösteren ve onların bu durumunu kendi çıkarı için kullanmak üzere bu sahtekarlara yol açanlarda da vardır aynı etik sorun. Kendini tanımadan hakkında hüküm verenlere isyan ederken, başkasının doldurması ve gaz vermesiyle başka diğerleri hakkında hükme varıp, yazmak, konuşmak, harekete geçmekte sorun görmeyenlerde de aynı etik sorun vardır.
‘Hiyerarşi yoktur’ dense de sadece birkaç kişinin adının öne çıktığı, bu öne çıkan insanlar kendini gerçekleştirirken, diğerlerinin bireysel kimliklerinin ve kendini gerçekleştirmelerinin önünde durmalarında da aynı etik sorunu vardır. Sıkı ahlakçı örgütlenmelerin içinde bir davranışı kamusal alanda utanç mekanizması kullanılarak yanlışlayan, ardından hiyerarşik ve lidersiz olduğu söylenen bu yapılarda lider aynı hareketi yaptığında aynı standartlarla utandırılmadığında da aynı etik sorun vardır, grup üyeleri aynı standardı beklemediklerinde de aynı etik sorun devam etmektedir.
Çocuğuna içki içren babayı suçlu ve sorumlu göreceğimiz bir hukusal zemin yarattıktan sonra, olayın devlet mekanizaması içinde örtbas edilmesi de aynı etik sorun temelinden karşımıza çıkmaktadır. Düşünürüm, irdelerim, sorgularım deyenlerin ‘liderini takip et’ hali de aynı etik eksende sorunludur. Sağcıların sorgulamadan lideri takip ettiğini söylemek, ardından da örgütlü yapının gücünü zedelememek adına demokratik eleştiri mekanizmalarını kısıtlayan solcularda da aynı etik sorun vardır. Başka birisinin çocuğu bizim çocuğumuza zarar verse, ailesi tarafından cezalandırılması gerektiğini düşünürken, kendi çocuğumuzun yaptığı hatanın sonuçları ile yaşaması ve elinden ayrıcalıklarının alınması noktasında hareket etmediğimizde de bu etik sorun içindeyiz.
Kendi iş yerlerimizde patorna yaranmak için başkalarının hakkını savunmayıp sessiz kaldığımızda, ya da sistemin içinde bu insanların hakları verilmeden devam etmesine aracı olduğumuzda da bu etik sorundan muzdaribiz. Devletteki çalışanların haklarını savunurken, ‘içinde yaşadığımız koşullara göre eylemlilik belirlemek zorundayız, bu koşullarda da özel sektör zaten hakları tanımlanmamış bir gruptur’ dediğimizde de aynı etik sorundan hareket etmekteyiz. Özel sektör çalışırken 1 Mayıs kutlamak ve kendimizi çok sistem dışı görüp iyi hissetmek, ırkçılık yaptığımız işçilerin kaldırımlardan bizi seyrettiği bir ortamda sisteme karşı olduğumuzu düşünmek de bu etik sorunun bir parçasıdır. 1 Mayısı da sadece kendi haklarımızı bağırmak için kullanılacak bir araç gördüğümüzü söylemek yerine ‘dayanıştığımızı’ düşünmek de etik bir boşluğun üzerinde yükselmektedir.
Eşcinsel, zengin ve politik olarak güçlü birinin haklarını savunmak için başkasının hakkını görmezden gelebilirim demek de aynı etik dışı yaklaşımda temellenmektedir. ‘Suçsuzluğu kanıtlanıncaya dek herkes masumdur’ yaklaşımını zengin güçlü insanları savunurken söylemek ama alt sınıftan ve ötekileştirdiğimiz gruptan gelen için mahkeme önünde bu talebi yapmak için dizilmediğimizde ya da televizyon ekranlarından bunun propagandasını yapmadan sessiz durduğumuzda da aynı etik boşluktan muzdaribiz. ‘Beni ötekileştirdiler, haklarımı elimden aldılar o yüzden benim de ötekileştirmek hakkım vardır’ demek de aynı etik sormsuzluğun temelinde hayat bulmaktadır. ‘Polis bu ülkede cop kullanırsa kendisine de halkın taş atabileceğini görecek’ deme pişkinliği ya da ‘memleket haklar sağlanıncaya dek gerekirse yansın’ derken kendi çocuğunu güvenli evinde büyütmek de aynı etik sorundan hareketle fütursuzca ortaya atılabilmektedir.
Başkalarının sırtına basarak özel mülk sahibi olanların özel mülkle sorunları olduğunu söylemeleri, ya da biz sömürü sistemlerinden beslenmiyoruz demeleri de aynı etik problemlerle yüzleşmektedir. Kendi pahalı evlerde oturup pahalı arabalarda gezerken çalışanlarını ödemeyen ya da çalışanlarının sigortasını çalanlarda da aynı etik sorun vardır. Kıbrıslıların hakları yeniyor diye naralar atanların evlerinde altı yüz liraya insan çalıştırmaları da aynı etik sorunun parçasıdır. İnsanların daha iyiye gitmesi ve iyi yaşaması ilkelerinden hareket etmesi gereken, insana dönük mesleklerdekilerin, kendi istedikleri şekilde davranmayanlara tecavüz edilmesi fantazisiyle yaşaması da aynı etik sorunun parçasıdır. Kendi bir kurumsal yapının başına geçme hayalindeyken, bir başkasına bunun verilmesinden sonra o kurumun potansiyel yararını külliyen inkar etmek de o etik sorunun bir parçasıdır. İşini, çıkarını kollamasına yardım edeceği noktasında medet umarken sağa göz kırpan, beklentisi olmadığında da saldırganlaşan ve solculuk kulvarından koşarmış gibi yapanların da aynı etik sorunu vardır.

Kuzeyde kurduğumuz sistem ‘üzerinde hemfikir olduğumuz prensipler dışında hareket eden herkesin sorumlu olduğu’ bir yaklaşım yerine ‘keyfi şekilde bu prensipleri karşıt gördüklerimize karşı kullanma’ noktasından çıkış alan bir sistemdir. ‘Benim dışımdaki herkes’ için uygulanmasını istediğimiz bir sistem yaratmış olmanın acısını da her alanda her gün yaşamaktayız. Bu ülkede herkes birilerinin tanıdığı, herkes birilerinin akrabası, herkes birilerinin arkadaşıdır. O yüzden de herkes birbirini haksız yere savunmakta, kollamakta ve korumaktadır. Yetki verdiğimiz bireylerin bu yetki ekseninde sorumlu da tutulmasını talep etmek mümkündür.  Biraz analitik düşünme, biraz cesaret biraz da kısa dönem çıkarcılık ekseninde düşünülmeden hareket etmekle başlamamız gerekmektedir. Eşitliği yalnız kazanılan paraya ve ekonomik gelire indirgemediğimizde, çok yönlü kimliklerden yaşanan mağduriyetleri irdelediğimizde, kurallarımızın eşit şekilde herkese uygulanması gerektiğini fark ettiğimizde, hiçbir bireyi yüceltmediğimizde ve en sevdiğimiz, en saydığımız insanları ve liderleri de sorguladığımızda, grup tarafından verilen kalıplaşmış argümanları bizim bireysel arümanlarımız diye sunmaktan vazgeçip kendi kelimelerimizle eleştirel olmayı seçtiğimizde mevcut sistemdeki pek çok sorunumuz da çözümlenecektir.

2 comments:

  1. ben inanmiyorum sizin samimiyetinize. Ayse basel disinda diger kisileri desifre etme zahmetine katlanmiyorsunuz bile. iliski kurdugunuz gokhan altinere ait haber portali da oyle. once onu yerden yere vurup sonra da kendi ego tatmininiz icin kullaniyorsunuz. sadece kendi kisiliginizin bir yansimasi butun bunlar. mutsuz yalniz kisilikler. bilinen diger kisiler uzerine gidilmiyor. neriman cahitmis.napayim ben nerimani. onun arkasi cok.. buyuk ihtimal olaydan siyrilir.

    ReplyDelete
    Replies
    1. bu kucucuk seyler keske ego tatmin etmeye yetse. egoma ne buyuk hakaret...kuyunun dibindeki kurbagalar misali, dunyayi kuyu agzi kadar sanmak.

      Delete