Umut Ozkaleli uozkalel@gmail.com
Çocuk hakları,
kadın hakları, tutuklu hakları gibi spesifik noktalardan bakmamız ve farklı
grupların hakları üzerinden politika yapmamız yeterli olmuyor. Her konuda
karşımıza çıkan bir yeni sorun, ele alma noktamızı değiştirmemiz gerektiğine
işaret ediyor. Ortaya çıkan en büyük sorun toplumsal yapımızın içinde
bireylerin kendilerini ve toplumsal örgüyü etik prensipler çerçevesinden değerlendirmemesidir.
Felsefe
tartışmayan ve etik olmak konusunu irdelemeyen bir toplumun genel yapısının
içinde, politikacıdan entellektüele, marksisten ülkücüye herkes kendi duruşu ve
ideolojisi ekseninde etik olarak sorgulanacak yaklaşımlar izleyebilmektedir.
Burada etikten kastımın bir grup ya da örgütlenme tarafından belirlenmiş sıkı
ahlakçı ve tek doğrucu zihniyetleri ifade etmediğimi belirtmem gerekiyor. Tam
da tersi bir noktadan bizde varolan örgütlü yapıların sıkı bir ahlakçılık
noktasından hareket etmesini eleştirmekteyim. Bu ahlakçılık yozlaşmayı, çarpıklaşmayı ve atanmış ya da süreç
içerisinde ortaya çıkan liderleri içine almayan, bu tanımlanmış liderleri
kasamayan ve onları bu sıkı ahlak noktasında sorgulatmayacak kadar ulvileştiren bir yapı yaratmaktadır.
Gerek örgütlü yapıların içinde, gerek bireysel düzeyde alanın ‘bilirkişisi’ olma
noktasında, bireylerin kendilerini de içine alan bir yaklaşımla etik olmak
konusunda hareket etmemesi sorunlarımızın en temel başlangıç noktasıdır. Kendini
‘bilirkişi’ ilan eden, her türlü prensibi çiğnemesinin hak olduğunu düşünmeye
başlıyor.
Muhalif partilerimizin
yöneticileri kendileri muhalefetteyken yolsuzlukları, bireysel çıkar ve
kazanımların politikayı yönlendirdiğini konuşurken, kendileri iktidar
olduklarında aynı noktadan hareket etmeleri bu etik eksikliğin örneğidir.
Sendikal hareketlerin bir kısmının demokratik ifade özgürlüğünün olmadığından,
devlet baskısından yakınırken, kendilerine yapılan eleştirileri duyarkenden
kendi alanlarında konuşulma özgürlüğünü engellemeye çalışmaları, algılarını
kapamaları ve eleştirileri bastırmaları da buna örnektir. Siyasi partilerin
içindeki insanların yönetimlerindeki yanlışlıkları görmesine rağmen ‘kol
kırılır yen içinde kalır’ yaklaşımlarıyla yolsuzluklara cesurca bir politik
duruş sergilenmemesine sessiz kalmaları da buna örnektir. Savcılık ve avukatlık
yapmış, demokratik hukuk devleti ilkesinden yaşamını kazanmış bireylerin
topluma ‘biz çocuk katillerini savunmayız’ diye hukukun en temel ilkelerini
bile çiğnemeyi telkin etmesi de etik bir boşluğun örneğidir. Tutuklu hakları
üzerinde konuşan, insan hakları savunucusu bir sürü hukukçunun arasından bir
tanesinin bile topluma ‘demokratik bir hukuk devletinde çocuk katillerinin bile
savunulmaya hakkı vardır’ demesi ama fiiliyatta bu adımı atacak bir konuma
kendini koymamasında da bu etik boşluk kendini ortaya çıkarmaktadır.
Toplumun
öncü gücü olarak kendini kendi tanımıyla entellektüel ve aydın görenlerin
intihal (başkasının fikrini çalarak kendine ait gibi kullanmak) yapması ya da
yapanlarla derdi olmaması da bu etik sorunun bir parçasıdır. Kendine çocuk
hakkı savunucusu deyip çocukların kendi görünürlüğüne hizmet etmesi ihtirasıyla
gazetelere götürenlerin, resimlerini çekip deşifre edenlerin de aynı etik
sorunu vardır. Olmadıkları uzmanlıklara sahip olduklarını söyleyen, sahip
olmadıkları diplomaları varmış gibi gösteren ve onların bu durumunu kendi
çıkarı için kullanmak üzere bu sahtekarlara yol açanlarda da vardır aynı etik
sorun. Kendini tanımadan hakkında hüküm verenlere isyan ederken, başkasının
doldurması ve gaz vermesiyle başka diğerleri hakkında hükme varıp, yazmak,
konuşmak, harekete geçmekte sorun görmeyenlerde de aynı etik sorun vardır.
‘Hiyerarşi yoktur’ dense de sadece birkaç kişinin adının öne çıktığı, bu öne
çıkan insanlar kendini gerçekleştirirken, diğerlerinin bireysel kimliklerinin ve
kendini gerçekleştirmelerinin önünde durmalarında da aynı etik sorunu vardır.
Sıkı ahlakçı örgütlenmelerin içinde bir davranışı kamusal alanda utanç
mekanizması kullanılarak yanlışlayan, ardından hiyerarşik ve lidersiz olduğu
söylenen bu yapılarda lider aynı hareketi yaptığında aynı standartlarla
utandırılmadığında da aynı etik sorun vardır, grup üyeleri aynı standardı
beklemediklerinde de aynı etik sorun devam etmektedir.
Çocuğuna içki içren
babayı suçlu ve sorumlu göreceğimiz bir hukusal zemin yarattıktan sonra, olayın
devlet mekanizaması içinde örtbas edilmesi de aynı etik sorun temelinden
karşımıza çıkmaktadır. Düşünürüm, irdelerim, sorgularım deyenlerin ‘liderini
takip et’ hali de aynı etik eksende sorunludur. Sağcıların sorgulamadan lideri
takip ettiğini söylemek, ardından da örgütlü yapının gücünü zedelememek adına
demokratik eleştiri mekanizmalarını kısıtlayan solcularda da aynı etik sorun
vardır. Başka birisinin çocuğu bizim çocuğumuza zarar verse, ailesi tarafından
cezalandırılması gerektiğini düşünürken, kendi çocuğumuzun yaptığı hatanın
sonuçları ile yaşaması ve elinden ayrıcalıklarının alınması noktasında hareket
etmediğimizde de bu etik sorun içindeyiz.
Kendi iş yerlerimizde patorna
yaranmak için başkalarının hakkını savunmayıp sessiz kaldığımızda, ya da sistemin
içinde bu insanların hakları verilmeden devam etmesine aracı olduğumuzda da bu
etik sorundan muzdaribiz. Devletteki çalışanların haklarını savunurken, ‘içinde
yaşadığımız koşullara göre eylemlilik belirlemek zorundayız, bu koşullarda da
özel sektör zaten hakları tanımlanmamış bir gruptur’ dediğimizde de aynı etik
sorundan hareket etmekteyiz. Özel sektör çalışırken 1 Mayıs kutlamak ve
kendimizi çok sistem dışı görüp iyi hissetmek, ırkçılık yaptığımız işçilerin
kaldırımlardan bizi seyrettiği bir ortamda sisteme karşı olduğumuzu düşünmek de
bu etik sorunun bir parçasıdır. 1 Mayısı da sadece kendi haklarımızı bağırmak
için kullanılacak bir araç gördüğümüzü söylemek yerine ‘dayanıştığımızı’
düşünmek de etik bir boşluğun üzerinde yükselmektedir.
Eşcinsel, zengin ve
politik olarak güçlü birinin haklarını savunmak için başkasının hakkını
görmezden gelebilirim demek de aynı etik dışı yaklaşımda temellenmektedir.
‘Suçsuzluğu kanıtlanıncaya dek herkes masumdur’ yaklaşımını zengin güçlü
insanları savunurken söylemek ama alt sınıftan ve ötekileştirdiğimiz gruptan
gelen için mahkeme önünde bu talebi yapmak için dizilmediğimizde ya da
televizyon ekranlarından bunun propagandasını yapmadan sessiz durduğumuzda da
aynı etik boşluktan muzdaribiz. ‘Beni ötekileştirdiler, haklarımı elimden
aldılar o yüzden benim de ötekileştirmek hakkım vardır’ demek de aynı etik
sormsuzluğun temelinde hayat bulmaktadır. ‘Polis bu ülkede cop kullanırsa
kendisine de halkın taş atabileceğini görecek’ deme pişkinliği ya da ‘memleket
haklar sağlanıncaya dek gerekirse yansın’ derken kendi çocuğunu güvenli evinde büyütmek de aynı etik sorundan hareketle
fütursuzca ortaya atılabilmektedir.
Başkalarının sırtına basarak özel mülk
sahibi olanların özel mülkle sorunları olduğunu söylemeleri, ya da biz sömürü
sistemlerinden beslenmiyoruz demeleri de aynı etik problemlerle yüzleşmektedir.
Kendi pahalı evlerde oturup pahalı arabalarda gezerken çalışanlarını ödemeyen
ya da çalışanlarının sigortasını çalanlarda da aynı etik sorun vardır. Kıbrıslıların
hakları yeniyor diye naralar atanların evlerinde altı yüz liraya insan
çalıştırmaları da aynı etik sorunun parçasıdır. İnsanların daha iyiye gitmesi
ve iyi yaşaması ilkelerinden hareket etmesi gereken, insana dönük
mesleklerdekilerin, kendi istedikleri şekilde davranmayanlara tecavüz edilmesi
fantazisiyle yaşaması da aynı etik sorunun parçasıdır. Kendi bir kurumsal yapının
başına geçme hayalindeyken, bir başkasına bunun verilmesinden sonra o kurumun
potansiyel yararını külliyen inkar etmek de o etik sorunun bir parçasıdır.
İşini, çıkarını kollamasına yardım edeceği noktasında medet umarken sağa göz
kırpan, beklentisi olmadığında da saldırganlaşan ve solculuk kulvarından
koşarmış gibi yapanların da aynı etik sorunu vardır.
Kuzeyde
kurduğumuz sistem ‘üzerinde hemfikir olduğumuz prensipler dışında hareket eden
herkesin sorumlu olduğu’ bir yaklaşım yerine ‘keyfi şekilde bu prensipleri
karşıt gördüklerimize karşı kullanma’ noktasından çıkış alan bir sistemdir.
‘Benim dışımdaki herkes’ için uygulanmasını istediğimiz bir sistem yaratmış
olmanın acısını da her alanda her gün yaşamaktayız. Bu ülkede herkes
birilerinin tanıdığı, herkes birilerinin akrabası, herkes birilerinin
arkadaşıdır. O yüzden de herkes birbirini haksız yere savunmakta, kollamakta ve
korumaktadır. Yetki verdiğimiz bireylerin bu yetki ekseninde sorumlu da
tutulmasını talep etmek mümkündür. Biraz
analitik düşünme, biraz cesaret biraz da kısa dönem çıkarcılık ekseninde
düşünülmeden hareket etmekle başlamamız gerekmektedir. Eşitliği yalnız
kazanılan paraya ve ekonomik gelire indirgemediğimizde, çok yönlü kimliklerden
yaşanan mağduriyetleri irdelediğimizde, kurallarımızın eşit şekilde herkese
uygulanması gerektiğini fark ettiğimizde, hiçbir bireyi yüceltmediğimizde ve en
sevdiğimiz, en saydığımız insanları ve liderleri de sorguladığımızda, grup
tarafından verilen kalıplaşmış argümanları bizim bireysel arümanlarımız diye
sunmaktan vazgeçip kendi kelimelerimizle eleştirel olmayı seçtiğimizde mevcut
sistemdeki pek çok sorunumuz da çözümlenecektir.
ben inanmiyorum sizin samimiyetinize. Ayse basel disinda diger kisileri desifre etme zahmetine katlanmiyorsunuz bile. iliski kurdugunuz gokhan altinere ait haber portali da oyle. once onu yerden yere vurup sonra da kendi ego tatmininiz icin kullaniyorsunuz. sadece kendi kisiliginizin bir yansimasi butun bunlar. mutsuz yalniz kisilikler. bilinen diger kisiler uzerine gidilmiyor. neriman cahitmis.napayim ben nerimani. onun arkasi cok.. buyuk ihtimal olaydan siyrilir.
ReplyDeletebu kucucuk seyler keske ego tatmin etmeye yetse. egoma ne buyuk hakaret...kuyunun dibindeki kurbagalar misali, dunyayi kuyu agzi kadar sanmak.
Delete