Tuesday, June 19, 2012


BİREY OLABİLEN HÜR ÇOCUKLARIN TOPLUMU
                                                                                                   Umut Ozkaleli    uozkalel@gmail.com

Solun nerede sınınfta kaldığını anlamaya çalışıyorum. Son üç yılda bu ülke sınıfta kalmışlığın cevabını anlamakta önemli bir labaratuvar oldu.

Solun örgütlülüğün önemini vurgularken yaşadığı derin bir ayrıştırma probleminin olduğunu ve bunun solun dinamizmini kırmakta en temel sorun olduğunu farkettim geçtiğimiz birkaç haftalık süreçte. Solun en temel vurgularından biri, örgütlenmeden sistem içerisindeki ezilenlerin sisteme karşı başkaldırma ihtimalinin olmayacağıdır. Örgütlenmek temel çıkış noktası sistemi değiştirecek şekilde güçlenmek için esastır. Bu bağlamda yeterince güçleninceye, yeterince örgütleninceye dek örgütün geçtiği süreçlerde örgütle ilgili eleştiriler hep içeride, örgütün çekirdek grubuna nakledilerek ve dışarıya sızmadan yapılmaktadır, örgütten de böyle bir beklenti vardır. Örgüttekiler için bu yaklaşım eleştiriye kapalı olmak demek değildir. Tam tersine onlar kendi kendilerini kıyasıya eleştirirler, konuşurlar. Ne de olsa diyalektik onların ideolojik formatının en temel metodolojisidir. Kendini kendi kendinle kıyasıya eleştirmek elbette gereklidir ama aynı zamanda toplum içerisindeki diğer olgulardan, oluşumlardan ve nüvelerden kopuk bir eleştiri olduğu için de kısır, kendi dilinden başka bir dille yüzleşmediği için de nispeten kolay, başka algılarla karşılıklı çekişmediği için az da olsa inkarcıdır. Kendini sadece ve sadece kendiyle besleyen bir dialektik kurma biçimidir, eğer buna diyalektik denilebilirse elbette.

Bu süreç yalnızca kendi kendiyle konuşmakla kalmamakta, bireylerin de varolan örgüt kimliğiyle tam bir bütünleşme yaşamalarına sebep olmaktadır. Maalesef örgütle bu bütünleşme hali sorunlu algılanmak yerine koltuk kabartan bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Örgütlü yapılara inan, toplumdan bireyi anlamaya bilimsel arka plan sayesinde de yatkın olan biri olarak, bu yazıda örgütlü yapıyla birey olamadan bütünleşmenin sorunlarını ele alcağım. Bir başka değişle, örgütü oluşturan bireylerin birey olma noktasını tamamlayamamasının örgütlü yapıları aslında ayağından vuran bir olgu olduğuna vurgu yapacağım.

Bireyin kendini gerçekleştirmesi, "ben"i oluşturabilmes için pek çok değişik kimliğine sarılabilmesi, kendini oluşturan pek çok kimliği özgürce, kendi tanımladığı şekilde yaşayabilmesi gerekmektedir. Bu kimliklerden bazıları bireyin gruplar/topluluklar içerisinde elde ettikleri kimliklerdir. Bu topluluklar kültürel, etnik gruplardan gelebilir. Bu kimlik oluşumunda bireyin kendini anlaması ve anlamlandırması milliyetçilik, solculuk gibi ideolojik eksende olabileceği gibi bireyin kendine has özellikeri ile de ilintili olabilir. Kimimiz için cinsiyet kimliğimizin, bedensel veya zihinsel engelliliğin önem atfetmesi ve burdan hareket eden gruplarda ifadesini bulmak önemli olabilir. Yalnızca kimlikler değil, aynı zamanda o kimliği oluşturan küçük ayrıntılar da bizi biz yapan, kimliğimizi oluşuturan önemli noktalardır. İlgi alanlarımız, yeteneklerimiz, hissedişlerimiz, tanıştığımız insanlar kimliğimizin şekillenmesinde engin bir girdi sağlamaktadır. Bu zenginliğe özellikle önem atfetmek gerekmektedir çünkü tam da bu farklı etkileşimler ve verilerden dolayı hepimizin nevi şahsına munhasır bir durumu vardır. Bu kendi kendine has olmak durumu kucaklanması ve teşvik edilmesi gereken bir durumdur. Hangi gruba üye olursak olalım o grubun mensuplarıyla tıpatıp aynı düşünmemiz, hep aynı şeylere inanmamız, hep aynı şeyleri hissetmemiz olanaklı olmamalıdır. Bu olanaksızlık gerçekten kendi birey olam durumumuzu geliştirebildiysek oluşabilecek bir durumdur. Belli bir grubun mensupları hep aynı yerlerde geziyorsa, hep aynı yayınları okuyorsa, hep aynı kitapları tartışıyorsa, hep birlikte aynı aktiviteleri yapıyorsa, orada bireysel ayrılma noktası nerede başlamaktadır? Bir ideal için birlikte çalışmak ve örgütlenmek eğer hobilerimize, bir filme yorumlarımıza, başka diğerleri için çok benzeşen kanaatlere dek aynılaşıyorsa, bireyin kendine aitliğinin başladığı yer neresidir? Sosyalleşme bizi benzeştirebilir ama aynılaştırmamalıdır. Aynılaşmak liderin küçük minyatürlerine dönme derin tehlikesini yaratmaktadır. Hiyerarşik olmadığını ne kadar söylesek de örgütlü yapılarımız içerisinde ortaya bir lider/liderlik hep çıkmaktadır. Bu lider/liderlik hep kendi adına vardır, onun/onların bireyliğini görebiliriz. Lider kendini gerçekleştirir. Ama diğerlerinin pek adını bilmeyiz, onları daha çok örgüt adıyla anmaya başlarız. Lideri bildiğimiz, gerisini de bilmediğimiz anda artık karşımızdaki örgütlü yapı, kendini gerçekleştirebilmiş insanlardan oluşan ve kendi dışındaki nüvelerden de zenginleşen insanlar yerine bir kült örgütlenmesine dönerler. Kült örgütlenmelerinde lider izlenir, sorgulamaz, sesler çıksa da hep sonunda kesişen bir yolda buluşulmak için varolan bir gizli anlaşmayla hareket edilir, o kesişme noktası da hep kült liderinin son noktasıdır.

Bir olay patlak verdiğinde, kimse liderden/liderlikten yeşil ışık yanmadan fikir beyan etmemektedir. İlk anda farklı bir kanaat geliştirdiyse bile onu göz önünde bulundurmaya ve analiz etmeye devam etmek yerine liderin etkinliği altında kendini gerçekleştiremeyen birey "ben bu açısını fark etmemiştim, çok doğru" diyerek alternatif algısını bir saniyede kapatabilmekte, kısa sürede ilk perspektifini hiç olmamış varsayabilmektedir.  Öte yandan lider pek nadir duyduğu farklı perspektifle rota değiştirmektedir. İşte bu kendini gerçekleştirememe ve kült liderini takip etme hali de başka herşeyi sorgulama ama içinde olduğu yapıyı sorgulamamayı getirmektedir.

Ancak bundan öteye problemler de vardır. Kendini gerçekleştirememiş birey, örgütlü yapı harekete geçmezse bireylerin yetilerini (agency) kullanarak örgütlü yapılar ve kurumlar üzerinde baskı unsuru olabileceğini ve değişim kıvılcımlarını ateşleyebileceğini görememektedir. Birey olma duygusunun güçlendirildiği ülkelerde kanunların, düzenlemelerin ve uygulamaların önemli bir kısmının bireylerin ele aldıkları inisiyatiflerle başladığını ve oradan, dayanışmayla kolektif hareketlenmeye dönüştüğünü görmek istemiyoruz. Tam tersine buralarda yetili birey olmak örgütlü yapılara karşı en büyük darbe olarak algılanıyor. Biz kendi örgütlerimizin bizi hep "ileride bir gün güçlenince yapacaklarımız" konusunda ikna edişini tecrübe ediyoruz. Ancak o gün bir türlü gelmezken, örgütlerden doğru bir adıma destek vermek ya da o adımı atmak için olur kararı çıkmadığında da pasif ve etkisiz bir şekilde köşemizde bekleyebilmekte, bunun adını da "örgütlü yapılar olmazsa bireysel çabalar köklü sonuç üretmez" koyabilmekteyiz. Örgütlerin kendi kendini besleyen mekanizmalara dönüşebildiği gerçeği ile yüzleşmedikçe de bu örgütlü yapıları dinamizme teşvik eden bireyliği gerçekleşmiş yetili insanlar olmak yerine herşeyi kökten değiştirecek bir sonu gelmez bekleyişle tatmin olabilmekteyiz. Bu ülkede özlenen ve beklenen o köklü değişimin adı değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır: işgalin sonu, federal çözüm, Kıbrıs Cumhuriyetine geri dönüş, AB'ye girmek, Türkiye'ye resmen entegre olmak, gerçek meselelere kendimizi kapatarak toparlanmak. Bunların gerçekleşmesi noktasında ise hiçbirinde temel aktör aslında bu toplum ve bu tolumun bireyleri değildir. İşgalin sonu için açtığımız isyan bayraklarındaki haykırışlarımız haklı da olsa bu sonu Türkiye'den talep etmekteyiz. İstiyoruz. İstememiz de yetmelidir. İşgale son ver dediğimizde oradaki özne yine Türkiye'dir. Bizi AB'ye alsınlar dediğimizde özne gene alacak olanlar, kararı verecek olanlardır. Rumların federal çözüme hazır olmasını beklerken de özne olan Rumlardır sadece.

Memleketin ambulansının kapısı açılıp sedye içinden düştüğünde bu bir işgal sorunudur, bunu Türkiye yaptı diyenleri duymanız o sebeple çok da garip değildir. Ambulanslarımızın kapısının yolda giderken açılmamasını sağlamak bu çarpıklıklar içerisinde bizim için hiç önemli değildir. Bireyler ya da küçük örgütlenmeler sistemle kavga ettiklerinde bu öğretimizin dışında olduğu için onu illa ki kişisel sorun görmek zorundayız. Önemli bir sistem sorununa parmak bastığınızda bu inanılan örgütlü yapıların dışında yapılabildiyse ve dahası inanılan örgütlü yapılar buna sessiz kaldıysa siz çok da çok "buz dağının görünen kısmında" kendinizi kandırıyor muamelesi görürsünüz ama o örgütlerin neden ses çıkarmadıklarını sorgulamak için o beyinler hiç çaba sarfetmezler. Çaba, size onların inandıkları örgütte olmadığınız için önemsiz olduğunuzu hissettirmekten ibaret kalır. Size önemsiz olduğunuzu hissettirme çabasının etkin olacağına inananlar yine birey olamamış ve örgütlü yapıların içindeki hantallaşmayı ve çıkar zümrelerini göremeyen, örgütlerinden değer gelmezse kendi değerini bilmeyenlerdir. Bireyler olabildiğimiz gün, bir toplum da olabilecegiz. Bunu küçük bir örnekle tamamlayabiliriz. Altı yaşında bir çocuk arastada yürürken başka diğerlerinin attığı şişe ve kağıtları yerden toplarken, başkalarının çöpünü toplamak zorunda kalmanın ne kadar utanç verici olduğundan bahseder ve yoluna çıkan çöpleri yakınındaki çöp kutusuna atar. Bu altı yaşındaki çocuğun yaptığını yapmadan o anda ve o andan sonar aylarca bu ‘sistemsiz ülkede insanların çöp atma kültürünü nasıl geliştireceğini, ne tip bir örgütlü oluşumla, kimler attığında gürültü koparmak gerektiğini’ konuşan insanların karşısında bu altı yaşında inisiyatif alan, yeti gösterebilen çocuk, içinde yaşamak istediği sistemi yaratacak şekilde hareket etmekle aslında o sistemi kurguladığını pek çok yetişkinden daha iyi bilir. Birey olmak sizi hür yapar, hür olmak size kendinizi gerçekleştirme fırsatı sunar, kendinizi gerçekleştirmeniz, arzu ettiğiniz sistemleri yalnızca dilemeyi değil gerçekleştirmek için değişimin aktörü olmayı telkin eder ve size başarının rotasını çizer. Hepimiz herşeyden önce hür çocuklar olma adımını atabiliriz.

No comments:

Post a Comment