Wednesday, June 12, 2013

Oy Mu Vermeli, Denize Mi Gitmeli?


Toparlanıyoruz hareketi geçenlerde yayınladığı “Seçmene Yol Haritası”nda “Ülkeye yararlı aday varsa mühür vurmayın, karma oy verin! Ülkeye yararlı hiç aday yoksa sandığa gitmeyin, denize gidin!” mesajını verdi. Hem karma oy çağrısı hem de ‘oyunuzu hak eden aday yoksa, oy vermeyin, denize gidin’ önerisi partili çevrelerden büyük tepki aldı. Bu sistemin kökleşmesinde her biri ayrı ayrı rol oynamış olan partiler, halkın partiler üstü bir irade ortaya koymasını, ‘tik’lerin parti hiyerarşilerinin belirlediği aday listelerine meydan okumasını bir tehlike olarak görüyorlar. “Karma kullanırsanız oyunuzun değeri düşer,” “oy kullanmak vatandaşlık görevidir,” “karma oy patronaj sistemini güçlendirir” gibi söylemlerle de aslında halka verilen satırarası mesaj “sizin aklınız kesmez, bize bir mühür vurun yeter, bir sonraki seçime kadar da bişey sormayın”dır. Bugüne kadar hangi parti iktidara geldiğinde programına sadık kalmıştır ki “bireylere değil, parti programlarına oy verin” diyebiliyorlar? Geçtiğimiz yıldan itibaren bazı partilerin yaptıkları anayasa reformu çalışmalarının da (bkz. Anayasa İnsiyatifi) daha demokratik bir sistem için (!)  karma oy kullanma hakkının kaldırılmasını önerildiğini de hatırlatalım. Bundan sonra sandığa gitmeme hakkının da kaldırılmasına yönelik girişimler yapılırsa şaşırmayalım, hazırlıklı olalım. Peki ne yapmalı? Biraz bilimsel ve matematiksel bakmaya çalışalım.
Anthony Downs’un 1957’de yayınlanan “Demokrasinin Ekonomik Teorisi” kitabında ortaya koyduğu bazı önemli bulgulardan beri (“oy verme paradoksu”), siyaset bilimciler oy kullanmanın hangi durumlarda rasyonel olduğunu araştırmaya ve tartışmaya devam ediyorlor. Çok doğal ve rasyonel olarak, bireyler “oy vermem bana/topluma ne kazandıracak?” sorusunu sorarak karar veriyorlar oy kullanıp kullanmamaya. Riker ve Ordeshook’un 1968’te ortaya koyduğu bir denklem üzerinden incelemeye çalışalım. Oy vermenin bize/topluma getireceğini umduğumuz faydaya F diyelim:
F = p * K + B – M
K, bizim oy verdiğimiz adayların/partinin kazanması durumunda ortaya çıkacağını düşündüğümüz sonuca bizim biçtiğimiz değeri simgeliyor. B, bize sadece oy kullanmış olmaktan (adayın/partinin kaybedip kazanması fark etmez) gelecek faydayı temsil ediyor; bu oy hakkını kullanmanın bize vereceği psikolojik rahatlığa verdiğimiz veya sandıkta kimin oy vermeye geldiğini takip edenler varsa onlardan gelecek olumlu yaptırımlara biçtiğimiz değer olabilir. M, oy kullanmanın sebep olduğu maliyeti temsil eder; bilinçli bir seçmen olabilmek için harcadığımız zaman (adayları/partileri tanımak için), seçmen olarak kaydolmak için veya oy vermek için harcadığımız kaynaklar (para, zaman, vb.) ve adayları tanımak/kaydolmak/oy vermek için harcadığımız zamanda aslında yapabileceğimiz alternatif şeylere (çocuğumuzla vakit geçirme, denize gitme, çalışıp para kazanma, vb.) atfettiğimiz değerdir. p ise, bizim vereceğimiz oyun o aday(lar)ın/partinin seçilmesinde kritik bir rol oynaması olasılığıdır, yani o aday(lar)ın veya partinin seçilip seçilmemesinin 1 oya mal olması ve bunun da bizim oyumuz olacağı olasılığıdır.
p’yi, yani bizim 1 oyumuzun belirleyici olabileceği olasılığını, 10 milyonda 1 gibi gibi hesaplamış Amerikan akademisyenler. Bu tabii ki bizim gibi küçük toplumlarda biraz daha büyük bir oran olacaktır, ama yine de oy vermeye giderken bize bir yıldırımın veya arabanın çarpmasıyla yakın bir olasılık olduğunu söyleyebiliriz. Z’nin, yani oy vermenin bize yarattığı maliyetin, yine birçok diğer ülkeyle karşılaştırıldığında bizim için daha düşük olduğu kesin. Genelde oy vermek için gittiğimiz mekanlar evlerimize çok uzak değildir, çok uzun saatler sandıkta sıra beklememiz gerekmez, vb. Oysa Amerika gibi seçimlerin haftaiçi  yapıldığı ve çok kalabalık sandıklarda saatlerce sıra beklenmesi gereken bir yerde özellikle emekçi olan insanların oy kullanma maliyeti oldukça yüksek olur; seçmen olarak kaydolmanın zaman ve para (örn. taşıma, işten feragat edilecek zaman gibi)  gerektirdiği yerlerde de bu maliyet yükselir.
KKTC özelinde genel olarak denklemimize bakacak olursak, p’nin çok düşük olduğunu (yani aslında birey olarak seçimleri etkileme olasılığımız pek yüksek değil) ama diğer yandan oy kullanma maliyetinin (M) de çok yüksek olmadığını söyleyebiliriz (özellikle şimdi sosyal medya ve bu konuda emek veren sivil toplum aktivistlerinin de katkılarıyla adaylar ve partiler hakkında güvenilir bilgi edinmenin yüksek maliyetli olmadığını varsayarsak). Geriye kalıyor sırf oy kullanmış olmaktan dolayı hissedeceğimiz/elde edeceğimiz bireysel fayda (B) ve bizim desteklediğimiz aday(lar)ın/partinin kazanmasının yaratacağını umduğumuz fayda/değer (K). Sırf oy hakkını kullanmış olmaya herkesin ne kadar bir psikolojik/duygusal değer biçeceği tabi ki bireysel bir soru. Siyasi partiler bunu bir vatandaşlık görevi olarak yansıtarak bireyleri sandığa gitmeye teşvik etmeye çalışıyorlar. Ancak bu bir görev değildir, haktır. Eğer adaylar veya partiler size iktidara veya meclise geldiklerinde ne yapacaklarıyla ilgili bir güven verememişse, oy kullannmak kadar sandığa gitmemek veya gidip de oyunuzu yakmak da bir hak ve irade göstergesidir.
Gelelim K’ye, bizim oy verdiğimiz aday(lar)ın/partinin kazanması durumunda yaratmasını beklediğimiz değişime biçtiğimiz değer. Eğer sadece Kıbrıs Sorunu üzerinden oy veriyorsak, bu değeri rasyonel seçmenler olarak çok düşük tutmamız lazım. Çünkü bizim arzuladığınız çözümü destekleyecek aday(lar)/parti seçilse bile, bu aday(lar)ın/partinin o çözümü tek başına gerçekleştirmesi mümkün değildir. Kıbrıs’ın güneyinde yaşayan toplum ne diyecek? Uluslararası aktörler ne diyecek? Türkiye hükümeti ne hükmedecek? Kısacası, bireyler sırf Kıbrıs sorunu üzerinde oy veriyorlarsa (ki özellikle “sol” partiler hep bunun üzerine oynadılar yıllardır), düşünebilen seçmenin verdiği oydan beklediği kazancın (K’nin) çok yüksek olmaması lazım; zira umdukları kazanç sadece oy verdikleri aday(lar)a/partiye değil, kendi etkileri ve kontrolleri dışında olan başka atkrölere bağlı olacaktır. Nitekim 2004 ve sonrasında bunu yaşadık. Bir diğer deyişle, siyasi partiler seçmenleri sandığa gitmeye teşvik etmek istiyorsa, bunun yolu “görevinizdir, gitmelisiniz!” demek değil, yerine getirebilecekleri sözler vermek ve verdikleri sözlerin güvenilebilir olduğunu halka ispatlamaktır. Tabii ki Kıbrıs sorunu gibi kendi etki alanlarının dışında tutamayacakları sözler vermenin alternatifi “ben sana iş/makam/mal/para vesaire vereceğim” gibi bireysel haksız kazanç sözleri vermek de olmamalı. Bunun önüne geçmenin de tek yolu iktidara kim gelirse gelsin yolsuzlukla haksız kazanç dağıtmalarına engel olacak yasal altyapı, denetleme ve cezalandırma mekanizmalarının oluşturulmasıdır.
Eğer seçmen olarak bu seçimlerden arzu ettiğimiz sistemsel bir değişimse, yani “ben yaptım olur” zihniyetinin işlemediği, yolsuzluğun tespit edilip cezalandırıldığı, siyasetçilerin halka zarar veren bireysel menfaatler üzerinden siyaset yapamadığı, kimsenin siyasi kimliği/dini/dili/kökeni/cinsiyeti/cinsel yönelimi/sosyo-ekonimik durumu ve engelliliği gibi farklılıklardan dolayı ayrımcılık yaşamasına izin vermeyen bir sistemse, bunu gerçekleştirme irade ve dirayeti olan aday(lar)a/partiye oy vermeliyiz. Bugüne kadar meclise girip çıkan siyasi partilerin hiçbirinin böyle bir irade ve dirayet göstermediğini söyleyebiliriz (ne muhalefette ne iktidardayken). Bu yüzden, böyle bir sistemsel değişim umuduyla oy kullanacak olanlar için en azından parti mühürü vurmanın rasyonel olmadığı kanaatindeyim. Kendi partisine rağmen böyle bir sistemin mücadelesini vereceğine dair güveninizi kazanmış adaylar varsa, o zaman sandığa gidip karma oy kullanmak rasyonel olabilir.
“Karma oy kullanırsanız, oyunuzun değeri düşer” söyleminin de tamamen yanlış ve halkı yanıltmaya, partilerin ve parti hiyerarşilerinin siyaset ve politika üzerinde kurmuş oldukları hegemonyayı korumaya yönelik olduğunu hatırlatalım. Diyelim ki 10 milletvekili çıkaracak bir bölgede oy kullanıyorsunuz. Herkes elinde 10 kartla sandığa girer gibi bir benzetme yapabiliriz. Mühür vurarak bu 10 kartın tümünü tek bir siyasi partiye yatırabilirsiniz. Karma oy kullandığınızda kartlarınız azalmaz; yine 10 kartınız vardır, güvendiğiniz adaylara “tik” atarak bu 10 kartı partiler ve bağımsızlar arasında dilediğiniz gibi bölebilirsiniz. Seçim sizin… Halkın önemli bir kesimi karma oy hakkını kullanacağı mesajını verebilirse, siyasi partilerin de aday listelerine güvenilir, yetkin kişileri yerleştirmekten başka çaresi kalmayacaktır bu oylardan faydalanabilmek için.

Ömür Yılmaz
12 Haziran 2013

No comments:

Post a Comment